HBR’da Etkili Yazılar Yazmak için Tavsiyeler

30 Nisan 2020, Perşembe

90’lı yıllarda çalıştığım ekonomi dergisi, Harvard Business Review ile yayın anlaşması yaptığında çok sevinmiştim. Amerika’da yayınlanan ve en çok okunan listesinde yer alan makaleleri Türkçeye çeviriyor ve dergiyle beraber okurlara hediye ediyorduk. O dönemde İngilizce bilgim Harvard Business Review makalelerini okumak için yeterli olmadığından yabancı kaynakların çevirilerinden iş dünyasını takip ediyordum. Harvard Business Review’da yazar olmak sanırım tam da o dönemde aklıma girmişti.

İşim gereği haber yazmayı, röportaj yapmayı ve fikirlerimi yazılı olarak ifade etmeyi biliyordum. Ancak kimse bana makale yazmayı öğretmemişti. Kendimi bildim bileli günlük tutar; başımdan geçenleri, duygularımı ve yaşadıklarımdan çıkarımlarımı yazardım. Daha sonra bunları kendi web sitemde blog yazıları şeklinde yayınlamaya başladım. Bunların bir makale değil de fıkra olduğunun farkındaydım. (Fıkra, bir yazarın herhangi bir konu hakkındaki kişisel görüş, anlayış ve düşüncelerini kanıtlama gereği duymadan hoş bir üslupla yazdığı kısa fikir yazılarına deniyor.)

Yazma konusunda en sık yapılan hatalardan biri her yazıya makale denilmesi, zira makale bilimsel ispatlarla bir görüşün savunulduğu bir sentez. Köşe yazıları bir fıkra ama Harvard yazıları birer makale. İlk ayırımı böyle yapmakta fayda var aslında…

Makale yazmak genelde akademi dünyasının olmazsa olmazları gibi görülse de iletişimin büyük ölçüde yazılı bir şekilde gerçekleştiği dijital çağ, yazma becerilerimizin mutlaka gelişmesi gerektiğinin sinyallerini bize veriyor.

Herkes Yazabilir mi?

Sıkça akla gelen bir soruysa “Ben de yazabilir miyim?” oluyor. Okuyan, araştıran ve bilgiyi senteze çevirebilen herkes yazabilir. Dili etkin kullanmak, kelimelerle dans etmekse zamanla gerçekleşiyor. Birçok kişinin düşüncelerini yazıyla ifade etmekte zorlanmasının en önemli nedenlerinden biri de yeterince okumamak. Aslında farklı konularda kitap, makale, köşe yazısı okumak zihnimizin pencerelerini açıyor ve farkında olmadan da kelime haznemiz zenginleşiyor.

Yazmak birçok beceri gibi pratik istiyor. 2010 yılında Nobel Ödülü alan ve 30’dan fazla romanı, oyunu ve denemesi yayınlanan Perulu yazar Mario Vargos Llosa, bir yazma ajandamız olmasını ve bu randevulara sadık kalmamızı söylüyor. Stephen King de yazar olmak için şu iki şeyi yapmamızı öneriyor: Çok oku ve çok yaz.

Nereden Başlamak Lazım?

Bana göre meraklı olduğunuz bir konuda blog yazarak başlamak çok iyi bir fikir olabilir. Blog yazısı fıkraya daha yakın olsa da yazmanın dinamikleri hemen hemen aynı: Fikrinizi veya deneyiminizi okurunuza akıcı ve okunmaya değer bir şekilde aktarmak. Aslında yazma işi önce bir analiz, sonra bir sentez. Bu nedenle okumak ve araştırmak bu işin ilk adımı. Hangi konuda yazacak olursanız olun, mutlaka o konuda yazılmış yazıları okuyun. Bu ön çalışma hem size yazınızın çatısını kurma konusunda yardımcı olarak ilham verir hem de o konuda daha önce söylenmiş birçok şey olduğu halde fikrinizin yeni bir fikir olduğu yanılgısına kapılmazsınız. Ayrıca makalenin olmazsa olmazları olan bilimsel ispat ve kaynak gösterme için de malzeme toplamış olursunuz.

Makale yazmak için aşağıdaki iki sorunun yanıtını vermiş olmanız önemli:

Neden yazmak istiyorum?

Sizi o konuda yazmaya iten ana fikriniz nedir? Okuyucuya hangi net mesajı vermek ya da okurun kafasında hangi soru işaretini yaratmak istiyorsunuz? Bu konu sizin için neden önemli? Bu metin okurun neden umurunda olsun?

Okuduğumuz yazıların bazılarında anlam bütünlüğü olmamasının sebebi aslında bu soruların yeterince iyi cevaplanmamasından kaynaklanıyor. Zira yazar heyecanla yazmaya başladıktan sonra konuyu çerçevelemekte zorlanıyor ve dolayısıyla da konu bütünlüğünü kaybedebiliyor ya da fikir yarıda kalıyor.

Ana fikir genelde üst başlıkta verilen kısa birkaç kelime veya cümleden oluşmalıdır. Örneğin, “İş Yerindeki Psikopatlara Dikkat!” başlıklı makalemde sizlere psikopatların davranışlarını, iş yerlerine verdikleri zararları ve onlardan kaçınma yollarını anlatacağım bellidir. Eğer bu başlığın altına ana fikirle alakasız şeyler yazarsam okur kısa zamanda bunu fark eder ve yazıyı terk eder. Makale yazmanın en çok sevdiğim tarafı sanırım beni sürekli düşünmeye ve araştırmaya sevk etmesi. Kısacası Simon Sinek’in dediği gibi, nedenle başla!

Nasıl yazacağım?

Konuyu bulun. Öncelikle hangi konuda yazacaksanız yazın, en az birkaç hafta hatta bazen bir ay boyunca okumak ve araştırmaktan sıkılmayacağınız bir konu bulun. Bu da ancak merak ettiğiniz bir konu olabilir. Sözgelimi “organizasyonel kültür ve sosyal psikoloji” hakkında okumaktan keyif alıyorsanız boş kaldıkça bu konuda araştırmalar yapın ve notlar alın. Sizin ilgi alanınız neyse o alandan bir konu seçebilirsiniz.

Google’da 2019 yılında en çok okunan makalelerin konuları şöyle: Dijital dönüşüm, tüketici içgörüleri, mobil yaşam. Harvard Business Review Türkiye’de de girişimcilik, risk yönetimi, teknoloji, kendini yönetmek ve liderlik gibi başlıklar ön planda duruyor.

Hedef kitlenizi belirleyin ve onların ihtiyacını düşünün. Bir dergi ya da gazeteye görüş veriyorsanız bu durumda hedef kitleniz o mecranın okurlarıdır. Harvard Business Review’in hedef kitlesi iş dünyası. Bu da sizin iş dünyasına yönelik bir konu bulmanız gerektiği anlamına geliyor.

Önemli olan okurun ihtiyacını anlamak ve içeriği bu bağlamda kurgulamak. Bunun için de kendinizi okurun yerine koyun. Siz bu tarz bir makale yazsaydınız aklınıza hangi sorular gelirdi? Neyi öğrenmek isterdiniz? Bu sorulara cevap verdiğiniz bir liste hazırlayabilir ve içerik için malzeme toparlarken arama motoruna bu soruları sorabilirsiniz.

Araştırın, okuyun, izleyin ve kaydedin. Gazetecilikte okulda size ne öğrettiler diye sorsanız araştırma yapmayı derdim. Üniversitede okurken internet gibi büyük sanal bir kütüphane olmadığından haftanın birkaç günü Beyazıt Kütüphanesi’ne gider, kitaplar alır ve özetler çıkartırdık. İşimiz zordu anlayacağınız. Şimdiyse bir tıkla önünüze yüzlerce enformasyon geliyor. Google, araştırma yapan kişilerin işini kolaylaştırmak için birkaç ipucu veriyor. Google kendisine soru sorulmasından hoşlanıyor. Bu nedenle sözgelimi performans sistemleri hakkında araştırma yapıyorsanız “performans sistemi” şeklinde yazmak yerine “Üretim sektöründe en çok tercih edilen performans sistemleri nedir?” şeklinde yazarsanız daha spesifik bilgiye ulaşmanızı sağlıyor. Ayrıca konu hakkında makale mi, araştırma mı yoksa envanter mi aradığınızı da mutlaka belirtin. Elbette İngilizce bilmek araştırma yaparken elinizi son derece kuvvetlendiriyor. Google araçlar kısmından aramanız için bir zaman dilimi belirleyebiliyor ve tüm sonuçlar veya kelimesi kelimesine gibi bir seçim de yapabiliyorsunuz. Doğru anahtar kelime olmasa da Google size zaten “Instant” özelliği sayesinde benzer aramaların anahtar kelimelerini gösteriyor.

Ben yazarken tümevarımcı bir yöntem kullanarak yazacağım konu hakkında edindiğim bilgileri bir Word dosyasına linkleriyle beraber kopyalıyor ve araştırmam bittikten sonra da onları baştan sona tekrar tekrar okuyorum. Bu sayede bilgileri yazımın neresinde kullanacağım zihnimde canlanmaya başlıyor. Bu bazen bir araştırmadan bir kesit ya da seyrettiğim bir TED Talks konuşmasından bir bölüm olabiliyor. Bazen de bir filmden bir sahne ya da okuduğunuz kitaptan bir alıntı yapabilirsiniz. Önemli olan verdiğiniz örneklerin yazıyla bütünlük sağlaması. Yazıların içindeki anekdotlar (yaşanılmış öyküleriniz ve anılarınız) yazınızı daha samimi ve gerçekçi hale getirmenizi sağlıyor. Olayın sadece sizin başınızdan geçmiş olması da gerekmiyor. Başkalarının hayatlarından da örnekler verebilirsiniz.

İlginç bir başlangıç yapın. Sözüm meclisten dışarı ama bazı makaleleri bence sıkıcı yapan şey fazlasıyla bilgiye boğan ve gerçek yaşamla örneklemekten uzak duran teorik yaklaşımları oluyor. Amacım elbette bir genelleme yapmak değil. Büyük emekler verilerek yapılan araştırmaların ve akademik çalışmaların daha çok okunarak daha geniş bir kitleye ulaşmasında okurun ilgisini çeken bir üslup çok kritik. Bu nedenle de yazınızın giriş paragrafı veya paragrafları ilgi çekici ve okurda merak uyandıran bir yapıda olmalı.

Başlangıç için benim önerilerim:

  • İlgi çekici bir hikaye: Emre Soyer tarafından 2014 yılında kaleme alınan “Sunum Nasıl Yapılmaz” isimli makalenin aylarca en çok okunanlar arasında kalmasının en önemli nedenlerinden biri de melek yatırımcılardan oluşan bir gruba sunum yapan girişimcinin hikayesiydi. Yazı daha ilk satırdan itibaren esprili, gerçekçi ve samimi bir hikayeyi anlatıyordu. İnsanlar yaşanmış olaylar görmeyi seviyorlar.                                     
  • Araştırmalardan çarpıcı bir sonuç: İş Yerinde Çatışmanın Bedeli Ağır isimli makalemde öne sürdüğüm savımı doğrulamak için yazıma CPP tarafından ortaya koyulan İnsan Kaynakları Dünya Raporu’ndan çarpıcı rakamlar vererek başlamıştım. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey okuru rakamlara boğmamak. Rakam ve istatistikleri düşüncenizi ispat için kullanmak başka, rakamları ardı ardına verip kafa karıştırmak başka…
  • Filmden bir sahne veya bir efsaneyle başlamak: İçimdeki Ben-Simurg isimli yazısında Esra Gülbay Simurg efsanesindeki, Zümrüd-ü Anka kuşunun hikayesini kişinin kendine yaptığı yolculukla ilişkilendirerek anlatıyor. İlişkilendirme yapacağınız içeriğe ait link vermeyi de ihmal etmeyin.
  • Metafor, benzetme veya mecaz yaparak başlamak:

Bir eğitimde katılımcı arkadaşlardan biri analiz ve sentezin ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum. Bana basitçe farkını anlatır mısınız demişti. Ben de menemen yapmayı bilir misin diye sordum. Menemene malzemeleri ne kadar miktarda ve nasıl bir sıralamayla koyacağın, pişme süreleri gibi konular analizdir. Ama kendi menemenini yapmaya başlarsan işte o zaman bu bir sentez olur. Bu yaptığım anlatım tarzı tam anlamıyla bir metafordur.

Metafor sayesinde son derece karmaşık konuları basit bir dilde anlatmak ve duygularla bağlantıya geçerek akılda kalıcılığı sağlamak da mümkün oluyor.

Pazarlama konusunda danışmanlık yapan Temel Aksoy konu hakkında yazdığı makalesinde  benzetme ve metafor kullanımının bir sihir olduğunu söylüyor:

“Birisinin bize hiç gitmediğimiz bir beldenin havasını anlatırken ‘Oranın havası çok sıcak ve nemlidir’ demesiyle ‘İnsanın gömleği vücuduna yapışıyor, insan nefes alırken boğulacakmış gibi oluyor’ demesi farklıdır. Birinci anlatım soyut bir tarif, ikincisiyse benzetmeyle yapılan bir anlatımdır. Bir düşünceyi benzetme, mecaz ya da metaforla anlattığımızda dinleyiciyi kendi düşüncemizin içine çeker, onun da bizim hissettiğimizi hissetmesini, düşündüğümüzü düşünmesini sağlarız. Metaforla anlatmak “sihir yapmak” gibidir.”

Ancak bu tarz girişler her ne kadar çok ilgi çekici olsa da aynı zamanda çok dikkatli davranmanızı da gerektiriyor. Seçeceğiniz hikaye, alıntı veya çarpıcı bir araştırmanın metninizle kusursuz bir şekilde bağdaşması gerekiyor. Aynı zamanda bu tarz girişler asla yazınızı geri plana atacak kadar uzun ve detaylı olmamalı. Bunların sadece metniniz hakkında ufak, çarpıcı ipuçları olduğunu unutmayın.

Ya soruna çözüm bulun ya da meydan okuyun. Bilgi çağında müthiş bir dezenformasyonun içinde adeta boğuluyoruz. Uzmanlar modern çağda ortalama bir kişinin günde 3-4 milyar uyarıcıya maruz kaldığını söylüyor. Bu nedenle yazılarınızın bir soruna çözüm bulması ya da okurda bir paradigma değişimi yaratması kritik. Pazarlama hakkında yazılar yazan Burcu Kaymak,  “Daha Yaratıcı Olmanın Yolu, Sıkılmaktan mı Geçiyor? ve  Az Zamanda Çok İş Yapmanın Yolları isimli yazısında bu teknikleri ustalıkla kullanmış.

Makalenizin insanların sorunlarına deva olması ya da onların zihninde bir pencere açması çok önemli. Amaç sadece bilgi vermek değil, bu bilgiyle insanların ne yapacaklarını anlatmak. Bu yüzden önce sorunu, sonra çözümü verin. Yazarken hem sorunun neden olduğu durumları hem de çözümle elde edilecek faydaları dengeli bir şekilde sunun. Zira herkes aynı şekilde ikna olmaz. Bazıları risk ve engele, bazılarıysa fırsat ve faydaya daha fazla odaklanır. Bu nedenle probleme çözüm bulamadıklarında başlarına ne gelebileceğinin ya da çözüm bulduklarında ne elde edebileceklerinin üstünde durun. Örneğin, bir paragrafta “Kurum içinde adaleti sağlamak motivasyonu ve çalışan güvenini artırır” diyorsanız başka bir paragrafta da yaşanan adaletsizliğin kurumda neye mal olacağını anlatın. Elbette bu görüşleri ispatlayan araştırma ve uzman görüşlerini de mutlaka adresleyin.

 “X tarihli bir Y araştırmasına göre” veya “X Üniversitesi’nde işletme bölümü profesörü olan Y’nin Z makalesinde geçen” gibi ifadelerle kaynaklarınızı belirtip ilgili web sitelerini bu kısımlarda (üst paragraflarda olduğu gibi) gömülü olarak verin. Böylece merak eden okurların daha detaylı bilgi alabilmeleri için onlara imkan tanımış olursunuz.

Kısa ve net ama ilham verici olun. İçinde birçok teknik terim ve jargon barındıran cümlelerle dolu uzun ve sıkıcı paragrafları okumaktan kimse hoşlanmaz. Aslında akılda kalıcılığı sağlamanın en kritik noktalarından biri kısa ve net mesajlar vermekten geçer.  Einstein, “Bir şeyi çok basit anlatamıyorsan anlamamışsın” derken sanırım bunu kastediyordu. Kullandığınız dil sürekli olarak edilgen olursa (yapılır, belirtilir gibi) insanlar ruhu olmayan bir metinle baş başa kalırlar. Oysa bu yazıyı bir yapay zeka yazmıyor, siz yazıyorsunuz. Size ait bir üslubu bulmak, yazarken okurun kendinden bir şeyler bulması ve kendini yazarla konuşuyor gibi hissetmesi gerekli. Yazma eylemi sadece kelimeleri ardı ardına sıralamak değil, kalplerle de iletişim kurma becerisidir. Okurunuzu güldürmekten, zaman zaman duygusallaştırmaktan korkmayın. Korkmayın ki aranızda özel bir bağ kurulsun. İyi yazarların okurları, altında imzası olmasa dahi o yazıyı kimin yazdığını hemen anlarlar. Çünkü yazarın bir üslubu vardır.

Yazıyı başlıklar satar. Habertürk TV’yi kuran ekipte yer alma şansım oldu. Rahmetli editörümüz Ufuk Güldemir şöyle derdi: “Ne yazarsan yaz, başlıklar yazıyı satar.” Ne doğru bir laf!

Gazetecilikte iyi bir başlık atmak, yazmak kadar kritiktir. Makale yazarken de durum böyledir. “Atlara Değil Jokeylere Oynayın”, “Mükemmelliğin Paradoksu”, “İki Karpuz Bir Koltuğa Sığar mı?” gibi insanı tetikleyen, kışkırtan başlıklar okurlarda ilgi uyandırır. Başlık atarken kullanabileceğiniz bazı yaklaşımlar şunlar olabilir: “… Yapmanın Altı Adımı”, “… Hakkında Tüyolar”, “… Olmasa Ne Olur?” “… Hakkında İpuçları” Bu tarz başlıklar, yazının okura pratik ve kolay akılda kalır bilgi sunacağına dair vaatte bulunur.

Son olarak önerim, yazdıklarınızı yayınlanmadan önce yüksek sesle defalarca okuyun, sonra düzenleyin, bir daha okuyun, gerekirse tekrar düzeltin. Bu alışkanlık hem daha nitelikli yazabilmenizi sağlar hem de noktalama ve imla hatalarınızı görmenize neden olur.

Aristoteles” İnsan en iyi yazarken düşünür” der. Yazmak, insanın düşünce ve duygularıyla yüzleştiği, olaylara yeni bir bakış açısı kazandığı ve beynimizin sözel ve duygusal tarafını geliştiren içsel bir yolculuktur.

Şimdi yazar olma zamanı!

Bu yazının konusu: İŞ İÇİN YAZMAK
Önerilen Konular:
Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş