Hep ona inanarak hareket ettiğim girişimci ruhumla, İstanbul’da birkaç startup denememden sonra tekrar yeni bir iş fikri arıyordum. Ortaokul yıllarımdan bu yana yakın dostlarım olan kurucu ortaklarım o dönemde Kaliforniya’da geliştirdikleri fintech uygulamasını lanse etmek üzere Türkiye’ye dönme kararı almıştı. Hepimizin bir çatı altında üretebileceği bir ofis ararken bulduğumuz ofisleri ve genel olarak ofis deneyimini yetersiz bulduk ve kendimize özgün bir yer yapmaya karar verdik. “Nasıl yaparız?”, “Ne kadarlık bir alan olsun?” gibi sorulara cevaplar ararken karşımıza Seyrantepe Sanayi’de eski bir konfeksiyon fabrikası çıktı. Fabrikanın büyük bir alan olması, bizim de ufkumuzu açtı ve planladığımızdan daha da büyük düşünmeye itti. Böylelikle fikirler ve istekler katlanarak yakın çevremizden insanların da sığabileceği, birlikte üretebileceği bir yer yaratma amacımız doğmuş oldu. İlk bulduğumuzda bina, yanmış ve duvarları dökülmüş haldeydi; mahalleyse alışılmadık ve insan çekmek için riskli olabilecek bir bölgeydi. Biz bunu sevdik ve iyi bir başlangıç hikayesi olacağına inandık. Böylece Kolektif House fikrini geliştirmeye başladık, henüz benzeri görülmemiş bambaşka bir ofis deneyimi tasarlayacaktık. Bu sırada yüzümüzü dünyaya çevirdik: O dönemde ABD’de ve Avrupa’da da benzeri girişimler hayata geçiyor ve hızla yayılıyordu. Uzun uçuşların, günübirlik seyahatlerin, peş peşe geçen toplantıların ardından “ortak çalışma alanı” konusunda oldukça fazla birikim sahibi olduk. Ancak işin detayına inince hepsi başarılı girişimler olsa da tam olarak hayalimizdeki konsepti karşılamıyordu. Biz üyelerimiz arasındaki etkileşim, özgün ve yaratıcı tasarım anlayışımız ve ürettiğimiz içeriklerle çığır açmak istiyorduk. Amacımız sadece bir mekan değil, ekosistemle birlikte daha güçlü bir şekilde büyüyebileceğimiz bir yaşam alanı oluşturmak ve ofis kavramını herkesin kafasında değiştirmekti.
X
Üye Girişi
Üye Ol
Kolektif House’un Kurucu Ortağı ve CEO’su ile Mekanın Ötesine Geçip Bir Sistem Yaratmak Üzerine
Mayıs 2020