Bağırmak ilkel bir davranış ve iletişim şekli. Bir kavgada yeri var belki ama alışverişte yok. İş o raddeye geldiyse, zaten hizmetin değeri kalmıyor. Tüketici, hem parasını verip hem de o satın aldığı şeyi harcarken sinirlenmek istemiyor. İşleri bu şekilde hallettiğini gördükten sonra da, ilk fırsatta desibeli yükseltiyor, ortam anında geriliyor. Daha fazla korku salan, daha iyi hizmet alıyor. Korku için illa bağırmak da gerekmiyor. Haftalarca hallolmayan bir iş, patronun CC’ye konmasıyla on dakikada çözülüveriyor. Tatlı dil işe yaramıyor, tehdit savrulunca her şey raya oturuyor. Bunu öğrenen kişi, korku salan davranışı bir alışkanlık haline getiriyor. Eğer şirket ve çalışanlar bir problemi çözemedikleri iddiasındalarsa, o zaman tehdit geldiği anda da geri dönmemeleri, korkuya yenik düşmemeleri lazım. Yok, eğer çözüm mümkünse, korkuyu öngörüp, daha tehdit başa gelmeden işleri halletmek, çözüm odaklı bir yaklaşım göstermek en doğrusu.
Emre Soyer’in “Korkunun Gücü” adlı yazısından uyarlandı.
Ayrıca Peter Bregman’ın “Birini Kızdırdığınızda Ne Yapmalısınız?” isimli makalesi de ilginizi çekebilir.