Fukuşima felaketi” dendiğinde genellikle çoğumuz, Mart 2011’de Japonya’da meydana gelen deprem ve tsunaminin ardından, üç yakıt çubuğunun erimesi ve üç reaktör binasının patlamasıyla yıkılan nükleer santral Fukuşima Daiçi’yi düşünüyoruz. Santralin soğutma sistemlerini çalıştıracak elektrik olmayınca, yöneticiler ve işçiler felaketin önüne geçemedi: Tüm dünya kara lekeli patlama görüntülerini, gri duman bulutlarını, ufuk çizgisini ortadan kaldıran buharı izleyerek bu olaya şahit oldu. Tsunamiden sonra Daiçi’nin gücü, geriye kalan enkaz, radyoaktif su bulundurma ve radyasyonu azaltma mücadelesiyle yavaş yavaş tükendi.
Daha az bilinen başka bir krizse, güneyde 10 kilometre uzakta yer alan, aynı ağır hasarı gören ama kaderi Daiçi’ninkiyle bir olmayan nükleer santral Fukuşima Daini. Liderliğin nasıl sonuçlar çıkarabildiğine ışık tutmak için buradaki hikayeyi yeni baştan yazdık. Bunu yaparken de, yüz yüze yaptığımız birçok görüşmeden, Tokyo Elektrik Enerji Şirketi’nden (TEPCO) edindiğimiz detaylı raporlardan, iki nükleer santrali de bünyesinde bulunduran Nükleer Enerji Enstitüsü’nden ve birçok kamusal kaynaktan yararlandık. Bu denli istikrarsız bir ortamda, karar alma ve organizasyonel davranışa ilişkin normalde geçerli olan kuralların hiçbiri uygulanmadı. Ama bölge sorumlusu Naohiro Masuda ve Daini’nin geri kalan 400 çalışanı planlarına uyarak kaosun içinden çıktı ve santral herhangi bir patlama yaşamadan kurtuldu.
9,0 şiddetinde bir deprem Japonya tarihindeki en büyük deprem değildi ve depremin dalgaları Daini’nin karşı koyabileceğinin üç katı büyüklüğündeydi. Yalnızca bir adet dizel jeneratör ve zarar görmemiş bir tane enerji hattı kalmıştı. O tek enerji hattı, santral yöneticilerinin su seviyesini, sıcaklığı, basıncı ve her reaktör ile muhafaza kazanı açısından hayati derecede gerekli olan metrikleri görüntüleyebilmesini sağlayan kontrol odalarına elektrik sağlıyordu. Ama dört reaktörden üçü, soğutma sistemlerindeki önemli bir parçayı çalıştırma konusunda yetersiz kalıyordu.
Soğumayı sağlayabilmek ve Daiçi’deki gibi bir yıkımı önleyebilmek için Masuda ve ekibinin, Daini’nin sağlam enerji kaynaklarını bu reaktörlere bağlaması gerekiyordu. Ama ekip, neredeyse doğaüstü boyutlara ulaşan doğal afetin etkisini hâlâ üzerinden atmaya çalışıyordu. Burada ne olmuştu? Tüm beklentileri bu kadar sert bir şekilde sarsıldıktan sonra işçiler nasıl eyleme geçecek ve yollarına devam edecekti? Bu sorular üzerine düşünmek hâlâ korkutucuydu: En kötüsü sona ermiş miydi? Doğal afetler birbirinden ayrı gerçekleşen olaylar değildir. Büyük depremin öncesinde ve sonrasında da birçok irili ufaklı deprem meydana geldi, artçılar bir yıl boyunca sürdü. Tsunami tek bir büyük dalgadan oluşmuyordu, birçok dalga bu felakete yol açtı.
Hasarı değerlendirmek ve enerjiyi diğer reaktörlere aktarmak amacıyla esas tehlikeli işe başlamak için Masuda sadece kararlar alıp, emirler yağdırmadı. İnsanların hayatta kalma içgüdülerine karşı harekete geçmesi için onları ikna etmesi gerektiğini biliyordu. Masuda’nın teknik becerisi, santral hakkındaki bilgisi ve çabası işçilerin güvenini kazanmasına yardımcı oldu. Ama daha önemlisi, Masuda içinde bulundukları durumun kaçınılmaz gerçekliğini kabullendi. Belirsizliğin ve şüphenin yükünü onlarla paylaştı. Organizasyon kuramcısı Karl Weick ve diğerleri bu durumu “anlamlandırma” süreci olarak tanımlıyordu. Masuda, düzenlemeler yaparak ve zaten çoktan “bildikleri” şeyler üzerinden konuşarak ekip üyeleriyle mutabakata vardı. Böylece her adımda birlikte hareket edebileceklerdi.
Bunun bir sonucu olarak, Daini’deki işçiler odak noktalarını ve umutlarını kaybetmedi. Harekete geçtikten sonra bazı şeyler daha net hale geldi (“Santralde bozuk olan şeyler neler ve bunları nasıl düzeltebiliriz?”); bazı şeylerse belirsizleşti (“Radyasyon yüzünden tehlikede miyim?”); bazı durumlarsa tahmin edilemezliğini sürdürdü (“Bu artçı depremler daha fazla su baskınına yol açar mı?”). Son reaktör soğuk durdurmaya girene dek, Masuda ve ekibi hiçbir şeye kesin gözüyle bakmadı. Karşılaştıkları her problemde, tekrar tekrar devamlılık yaratarak ve düzeni yeniden sağlayarak kendilerini ayarladılar. Aşağıda da izah ettiğimiz gibi, yüzleştikleri zorlukları daha iyi anlayabilecekleri ve birbirlerine yardımcı olabilecekleri bir yol benimsediler.
“Anlamlandırma Yeteneğine” Yakından Bakış
Anlamlandırma yeteneği, anlama becerisinin ve deneyimin birbirini şekillendirdiği uyarlanabilir bir davranıştır. Biz insanlar, en çok tutunduğumuz beklentilerimize bağlıyızdır. Ama yaşanabilecek bir kriz, alışılan durumları dağıtabilir. Geçmişteki deneyimler mevcut durumu açıklayamaya yetmediğinde, olayları nasıl yorumladığımızı ve onlara nasıl cevap verdiğimizi gözden geçirmeliyiz. Gerçekleştirdiğimiz eylemler ve birbirini takip eden düşünceler aracılığıyla yavaş yavaş belirsizliği açıklığa kavuştururuz. Weick bu olguya “kabullenme” diyor.
Kabullenme doğrusal ilerleyen bir süreç değil. Kriz anında insanlar genellikle doğru yolu bulabilmek adına öncelikle bazı yanlış yollardan geçmeye ihtiyaç duyuyor. Ama liderler bu yollara saparken ne kadar çok insan onları görürse, yeni ve daha iyi bir çözüme ulaşmaları o kadar zorlaşıyor. Olayları yanlış yorumlama tuzağına düşmeden anlamlandırabilmek bugüne dek birçok araştırmanın konusu oldu (Weick’in, Montana’da gerçekleşen 1949 yılındaki ünlü Mann Gulch yangınıyla ilgili analizini örnek verebiliriz). Masuda, santralin dört reaktörünün soğuk durdurulmasını sağlamak için bu ince çizgide ilerledi.
Olaylar Sizi Yönetmeden Kararlı Bir Şekilde Hareket Etmek
Deprem 11 Mart günü saat 14:46’da gerçekleşti. Sismologların gördüğü en büyük atılımlı faydı: Dehşet verici iki buçuk dakika içinde 50 metre genişliğinde bir tektonik hareket. Masuda sayısız deprem yaşamış olmasına rağmen, 29 yıllık kariyerinde onu masanın altına sığınmaya iten tek deprem buydu. Şiddetli sarsıntı hafiflemeye başladığında, saklandığı yerden çıkıp başına sağlam bir baret geçirdi. Tüm işçilere yönetim binasını terk etmelerini ve santralin Acil Durum Merkezi’nde (ADM) toplanmalarını söyledi. O binanın üst katında, tahliye edilmiş işçilerle dolu olan büyük odada, santral operasyonlarını yürüten yöneticiden deprem sonrası santralle ilgili bilgi edinmesini talep etti. Yönetici, Daini’nin dört reaktörünün de kapatıldığını bildirdi. Santrale henüz herhangi bir hasar gelmediğiyle ilgili bilgi edinilince, Masuda ve ekibi bir sonraki adıma, yani reaktörleri soğutarak durdurma aşamasına geçme konusunda rahatladı ve güvenli bir şekilde bu işlemi yapabileceklerine inandı.
Ama depremden 20 dakika sonra Masuda ilk verilen tsunami alarmını duydu. Başlangıçta Japonya Meteoroloji Ajansı (JMA) Fukuşima’yı üç metre yüksekliğindeki bir dalgaya hazırlanması konusunda uyardı. Daini en fazla 5,2 metre büyüklüğünde dalgalara dayanıklıydı. Masuda yeni gelişmeden tabii ki hoşnut olmasa da, bunu bir felaket olarak görmedi. Ekibin birkaç üyesini okyanusta gerçekleşebilecek tsunamiyi gözlemlemeleri için görevlendirdi.
Saat 15:14’te yeni bir uyarı geldi: Fukuşima altı metre yüksekliğinde olabilecek dev dalgalara kendini hazırlasın. Dakikalar sonra Masuda’nın gözcüleri tsunaminin yaklaştığını gördü. Ve saat 15:22’de, JMA’nın son tsunami tahmininden sekiz dakika önce 10 metreden yüksek dalgalar gelmeye başladı.
Kriz yönetimi protokolleri Masuda ve işçilerine iyi bir şekilde hizmet veriyordu. Ama aniden, yapılacak işler listesindeki ikinci adım, yani soğutma tehlikeye girdi. 5,2 metreden yüksek bir tsunami (sektörün deyimiyle “tasarım temelinin ötesinde bir yükseklik”) sistem pompalarına ve belki de bütün reaktöre ulaşabilirdi.
Masuda suyun ADM’ye ulaşmasını beklemiyordu, ışıklar birden sönünce şaşkına döndü. Tahminlerine göre, ışıkları etkileyecek dalga yüksekliği 17 metreydi. Santralin kıyı boyunca uzanan dört reaktör binasına neler olabileceğini düşünmek Masuda’yı korkuttu. Soğutma sisteminin bir kısmı, deniz seviyesinin yalnızca dört metre üzerindeydi, reaktörlerse onun yalnızca sekiz metre üstünde. Bu sistemler zarar görürse veya güç kaynağı riske girerse, soğutmayı gerçekleştirmek imkansız hale gelebilirdi.
Birkaç saat sonra sular geri çekilmeye başladığında, Masuda dört reaktörden üçünün soğutma fonksiyonlarını yitirdiğini öğrendi. Kapatılma işlemi tsunamiden önce yapılmış olmasına rağmen, her birinin içindeki yakıt çubukları ısı üretmeye devam ediyordu. Normalde bu ısının soğutma sistemi tarafından dışarı çıkarılması ve emiliminin deniz tarafından yapılması gerekiyordu. İşçiler hâlâ her reaktöre soğuk su enjekte edebiliyordu. Ama reaktörlerin çekirdekleri bütünlüğü korusa da, Masuda buhar basıncının muhafaza kazanlarının tam kapasite çalışmasına zarar vermesinden endişe ediyordu. Eğer durum kötüleşir ve erime gerçekleşirse, radyasyon yayılımının engellenmesi zorlaşabilirdi. Birçok artçı depremden ve devam eden tsunami uyarısından sonra, bunu göz ardı etmek gibi bir lüksü yoktu.
Masuda alanda gözcüleri olmadığı için neyin ne kadar zarar gördüğünü bilmiyordu. Kontrol odasındaki operatörler tsunamiyle ilgili bilgilendirme yapıyordu ama yüzlerce işçi Masuda’nın emriyle ADM’ye gönderilmişti. Ekibini olay yerine çıkıp hasarı yakından incelemeye ikna edene dek, Masuda santrali stabilize etmek adına neler yapılması gerektiğini tam olarak bilmiyordu.
Mantıklı Yaklaşmak İçin Bir Adım Geri Çekilmek
Masuda’nın ikna etmesi gereken işçiler ailelerinden haber almak için çıldırıyordu (çoğunun ailesi santrale yakın yaşıyordu) ve aldıkları eğitim ile deneyimin çok daha ötesinde işler çıkarmaları gerekiyordu. Tsunami dalgaları hiç kimsenin beklemediği kadar derine nüfuz etti ve bazıları 7,0 şiddetinin de üstünde olan artçılar santrali sarsmaya devam etti.
“Ekibimin alana gitmesini istediğimde bunu gerçekten yapacaklarından da, insanları oraya yollamanın güvenli olup olmadığından da emin değildim” diyor Masuda. Ancak emin olmak için vakti yoktu. En fazla birkaç gün içinde soğutma sistemlerinden birini devreye sokamazlarsa, muhafaza kazanları ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya kalacaktı. Hemen harekete geçmesi gerekiyordu.
Bunlara rağmen Masuda geri çekildi. İşçilerle dolu ADM’nin bir köşesine beyaz bir tahta koymalarını istedi ve artçıların sıklığını ve şiddetini yazmaya başladı. Her sarsıntı için bir çizgi çizerek küçük bir çizelge çıkardı, tehlikenin azaldığını resmetmeyi umuyordu. “Hiç tatmin edici değil” diyerek itiraf etti, “Ama tatmin olmak için bunlara ihtiyacım var.” Yeni çizgileri eklerken, tutkulu konuşmalar yapmaktan ya da emirler yağdırmaktan kaçındı. Bekledi ve yazdı.
Masuda’nın konumunda olup da bu kadar sabırlı davranacak insan çok azdır. Liderler genellikle kendilerini –tahmin edilemez ve rastlantısal olaylar karşısında– dünyanın hammaddelerini özümseyen ve bunları organizasyoları için rafine ve güvenilir ürünlere dönüştüren arabulucular olarak görürler. Masuda çok yetenekli olsa da, Daini çalışanlarını bu konuda ikna etmesi mümkün olmayabilirdi. Zemin her sarsıldığında ve deniz, köpek balıklarını ve arabaları kıyıya büyük bir kuvvetle fırlattığında işçiler depremi iliklerinde hissediyordu. Bu yüzden Masuda elde ettiği verileri işçilere verdi ve belirsizlikle yüzleşip süreci yönetebilmeleri için onlara bir fırsat sundu. Onları anlamlandırma yeteneklerini keşfetmeye teşvik etti; su yüzüne çıkan gerçeği kendi risk değerlendirmelerine nasıl uyarlayacakları hakkında iyice düşünmelerini istedi.
Saat 22:00’da ekip liderleriyle yüz yüze gelen Masuda onlardan 10’ar kişilik dört grup oluşturmalarını istedi. Her bir grup bir reaktör ünitesinden sorumlu olacak ve dışarı çıkıp hasarı araştıracaktı. Neyse ki, kimse bu teklifi reddetmedi.
Değişen Gerçekliğe Cevap Vermek
Masuda her gruba nereye gitmesi ve ne yapması gerektiğiyle ilgili detaylı talimatlar verdi. On yıllardır santralde çalıştığından her köşe bucağı ayrıntısına kadar biliyordu.Endişe ve korkunun işçilerin hafızasını etkileyeceğinden korktuğundan, görev için ayrılmadan önce işçilerden verdiği talimatları tekrar etmelerini istedi.
Sabah saat 02:00’da dört ekip birden ADM’ye geri döndü. Ekipler, alanda nelerin hâlâ çalıştığı ve nelerin çalışmadığına dair bir liste yapmıştı. Şafak söktüğünde Masuda operasyonel öncelikleri sıraladığı ve tamamlanması gereken kaynakları belirttiği bir listeyle cevap verdi. Elindeki malzemeler yetersizdi. TEPCO merkezinin ve Japonya Savunma Kuvvetleri’nin yardımlarıyla, daha fazla kaynak ve elektrik kablosu alana getirildi. Böylece bozuk pompalama motorları değiştirilebilecek ve soğutma sistemlerinin hasarlı kısımları hâlâ elektrik gücü olan bir binaya bağlanabilecekti. 200 metrelik parçalar halinde gelen kabloların her biri bir ton ağırlığındaydı. Daini işçilerinin, hizmet dışı kalmış üç birime gereken kabloları bağlayabilmesi için dokuz kilometreden uzun bir yol çizmesi gerekiyordu. 13 Mart sabahında ek malzemeler geldiğinde, görevi tamamlamak için 24 saatleri olacaktı. Normal şartlar altında, bu tür bir işi 20 kişi ağır makineler kullanarak bir aydan uzun bir sürede anca bitirebilirdi.
Masuda beyaz tahtasına geri döndü. Astlarından birini çağırarak büyük resmi ve iyileşme stratejisinin taslağını çizmesini söyledi. Yeni bilgiler geldikçe ve belirsizlikler ortadan kalkıp anlamlı bir resim ortaya çıkmaya başladıkça, öğrendiklerini işçilerle paylaşmakta kararlıydı. Ama planları bu denli açık bir şekilde göstermek istenmeyen bir sonuç ortaya çıkardı: İşçiler planları görmenin karşılaşılabilecek sürprizlere adapte olabilme yeteneklerini (geçici de olsa) azaltabileceğini düşündü ve bunu herkes önünde bir bağlılık sözü verme olarak yorumladı.
Masuda önce radyoaktif atık binasını güç kaynağı olarak kullanmayı seçti çünkü bina karmaşık olmayan iç tasarımıyla kabloların geçmesi için en elverişli yolu sağlıyordu ve Masuda elindeki tek çalışan jeneratörü riske atmak istemiyordu. Ama Masuda binanın uzaklığının planın işleyişini imkansız hale getirdiğini hemen fark etti. Her bir kablo dilimini taşıyabilmek için 100 kişi gerekiyordu bu yüzden radyoaktif atık binasına hepsini bağlayabilmek çok uzun zaman alacaktı. Süreci hızlandırmak için ilave kaynak ve daha uygun bir güç kaynağı gerekiyordu. İstemeyerek de olsa Masuda jeneratörü kullanmaya karar verdi.
Bu, Masuda’nın bir şeyleri gözden geçirmek için beyaz tahtasına son bakışı değildi. Öngörülmeyen zorluklarla karşılaşıldığında, ekip üyeleri yollarını engellere göre yeniden ayarlamak zorundaydı. Masuda bu türde birçok engelle karşılaştığını söylüyor: “Öncelikle, bir motor ulaştırıldı ama alana yaklaşamadık çünkü tsunami yüzünden çok fazla enkaz oluşmuştu. Buldozer yardımıyla enkazları kaldırmamız gerekiyordu fakat bizde buldozer yoktu ve zaten olsaydı da kimse kullanmayı bilmiyordu. Motoru alana getirmeyi başarsak, o zaman da araçtan indiremezdik. Önümüzde duran bir motor vardı ama ne binanın içine sokabiliyor ne de kurulumunu yapabiliyorduk.” Karşılaşılan her engelde, ekibin neyin yapılabileceği ve yapılması gerektiğiyle ilgili ortak hareket etmesi ve yeniden düzenlemeler yapması gerekiyordu.
Bu sırada Daini yeni bir tehlikeyle karşı karşıyaydı: Daiçi’de meydana gelen bir patlamadan dolayı çevre santralde radyasyon seviyesi artıyordu. Radyoaktif cephesi daha güneye sürüklenirse, Daini çalışanlarını tehlikeye atabilir ve süreci durdurabilirdi. 13 Mart akşamında, sanki Daiçi’de daha yüksek seviyelerde radyasyon üretimi gerçekleşiyor ve başka bir reaktör çekirdeği erimeye başlayacakmış gibi görünüyordu.
Bu gergin atmosferde Masuda en son ve zor değişikliği yaptı. Depremden sonraki akşam, mühendisler dikkatle hesaplamalar yaparak hangi reaktörlere güç sağlanacağıyla ilgili bir sıralama yaptı. İkinci birimde öncelik yükselen basınç işaretlerinin gösterilmesiydi. Ama saatler geçtikçe mühendisler basıncın birinci birimde daha hızlı yükseldiğini fark etti. Gözlemlerini Masuda’ya ilettiler ve en zayıf yerin şu anda birinci birimin muhafazası olduğunu söylediler.
Bu sırada Daini işçileri ıslak ve her yerine enkaz dağılmış santralin etrafında saatlerdir kablo taşıyordu. Masuda dahil hiçbiri neredeyse hiç uyumamıştı. Bazıları aileleriyle konuşabilmiş olmasına rağmen, aldıkları haberler pek de iyi değildi. Sekiz kişi ailesinden birilerini, 23 kişiyse evini kaybetmişti. Radyasyon Daiçi’nin ters gidebilecek olaylarla ilgili kaygı yarattığı kuzey yönünden geliyordu. Masuda o anda kararını verdi: Önceliği ikinci birime verin.
Alanın yerleşim planı kabloların yönünü anında değiştirmeyi imkansız kılıyordu. Masuda sonradan öğrendi ki, verdiği talimat alandaki işçiler arasında büyük bir karışıklığa sebep olmuştu. Buna rağmen yeni düzenlemeyi mükemmel bir verimlilikle yürüttüler. Yalnızca iki gün önce Masuda, endişeli erkek ve kadınlarla dolu bir odada artçıların şiddetini kaydederek, onları harekete geçmeleri için ikna etmeye çalışıyordu. Şimdiyse hiçbirinin ikna edilmeye ihtiyacı yoktu. Bir bakıma, bu ekip disiplinin zaferinin bir simgesiydi ama aynı zamanda da anlamlandırmanın bir ürünüydü. Çünkü Masuda çalışanlarını durumun belirsizliğiyle ilgili bir hayli sakin bir şekilde bilgilendirdi ve işçiler defalarca olayla kendi başlarına yüzleşerek bir takım şeyler keşfederek durumun tahmin edilemez doğasını kavradı.
13 Mart günü gece yarısından biraz önce işçiler tüm alanı bir yılan gibi saran dokuz kilometreden uzun kablo döşeme işini tamamladı. Masuda tüm ekibi alkışladı. 14 Mart saat 01:24’te, birinci birim maksimum basınç kapasitesine ulaştığında, soğuma sistemi tekrar çalışmaya başladı. Saat 07:13’te ikinci birimin soğuma sistemi geri geldi ve 15:42’de dördüncü birim çalışmaya başladı. 15 Mart sabahında, Fukuşima Daiçi üçüncü patlamayla başa çıkmaya çalışırken Daini’nin dört reaktörü de soğuk durdurmayı başardı.
Deniz, köpek balıklarını ve arabaları kıyıya kuvvetle vurduğunda işçiler depremi iliklerinde hissetti.
Daini santrali aksaklık üzerine aksaklık yaşadı: Deprem, tsunami, sel, güç kaybı, muhafaza kazanlarının hasar alması tehlikesi, enerjiyi yeniden tesis etmekle ilgili önceliklerin değişmesi. Masuda ve ekibi her seferinde yeni açıklamalar ve planlar üretti. Bunu yaparken mevcut ve olası krizlerle ilgili görüşlerini gözden geçirdiler, gerçekleşen olaylardan herkesin haberdar olması için bildikleri her şeyi paylaştılar ve karşılaşılabilecek durumlarla ilgili mantıklı tahminler yürüttüler.
Masuda bu uykusuz Mart günlerinde anlamlandırma hakkında çok fazla düşünmüyordu. Ama Daini’deki karmaşa ve korkuyu ele alışıyla değerli bir model elde etti. Ekibinin fiziksel ve psikolojik güvenliğini sağlamak için üzerinde bir hayli çok baskı hissetmiş olsa da, başlardaki kritik dakikalarda radikal kararlar ya da büyük sözler vermedi. Elindeki verileri sundu ve planları açık bir şekilde yaptı, sürekli gözden geçirdi. Almaları gereken hareketler ve işçilerin yüzleştikleri risklerle ilgili ortak bir anlayış oluşturmak için çabaladı.
Şüphesiz, Masuda ve ekibi büyük fiziksel hasarın korkunç sonuçlara yol açtığı Daiçi’deki işçilerden çok daha iyi durumdaydı. Daini’nin en azından bir kısmında elektrik varken, Daiçi tüm güç kaynaklarını ve etkin bir şekilde çalışması gereken acil durum dizel jeneratörlerini kaybetmişti. Kontrol odaları karanlığa gömüldüğünde, işçiler kötüleşen durumu gözleyemedi. Güç kaybı ve hasar, patlamanın gerçekleşmesine katkıda bulunan ana etkenlerdi. Muhafaza kazanlarının bozulmasıyla, işçiler yüksek seviyede radyasyona maruz kaldı. Masao Yoshida, Daiçi’deki şefle yaptığı görüşme sonucu verdiği raporda, Daiçi’de işçiler güvenlik arayışına girdiğinden, işgücünün 69 insanla sınırlı kaldığını bildirdi. Daini’de ise Masuda’nın 400 kişilik bir ekibi vardı.
Masuda ve ekibi bu süreçte beklenmedik zorluklarla sık karşılaştı. Kriz anında, problem üstüne problem yaşandığında; hisleri, amaçları ve kararlılıkları doğrultusunda hareket ettiler. Geçen üç yıldan sonra Masuda şu anda Daini’nin kardeş santralinde bu kararlılığı sürdürmeye devam ediyor. Masuda Nisan 2014’te Daiçi’nin işe alım ve çıkarmadan sorumlu şefi görevine atandı.