Hissettiğiniz Rahatsızlık Duygusunun Arkasında Yas Saklı

31 Mart 2020, Salı

Geçtiğimiz günlerde HBR editör ekibi olarak sanal ortamda buluştuk. İnsan, bilgisayar ekranının dokuza, 16’ya bölünmesine gün geçtikçe daha fazla alışıyordu. Pandeminin yol açtığı bu asap bozucu dönemde yayınlayacağımız içerikleri, insanlara nasıl yardım edebileceğimizi ve nasıl hissettiğimizi konuştuk. İş arkadaşlarımdan biri kederli hissettiğinden bahsetti. Ekrandaki diğer arkadaşlarım da hak verircesine kafasını salladı.

Madem son zamanlarda hissettiğimiz duyguyu “keder” veya “yas” olarak tanımlayabiliyoruz, belki bununla baş etmek için bir yol da bulabiliriz. Bunun için David Kessler ile görüştük. Kessler, Elisabeth Kübler-Ross’la birlikte On Grief and Grieving: Finding the Meaning of Grief through the Five Stages of Grief adlı kitabı yazdı. Yeni kitabı Finding Meaning: The Sixth Stage of Grief’teyse yas tutmanın beş aşamasına “anlam aramak” aşamasını ekledi. Kessler ayrıca Los Angeles’taki bir hastane sisteminin biyolojik tehlike ekibinde yer aldı. Gönüllü olarak yaptığı işler arasında LAPD’de travmatik olaylar konusunda uzman yedek subaylık ve Kızıl Haç’ın afet hizmetleri ekibinde görev almak bulunuyor. Bunlara ek olarak yılda 167 ülkeden 5 milyondan fazla ziyaretçi alan www.grief.com’u kurdu.

Kessler, yas duygusunu kabullenip kontrol etmenin neden önemli olduğunu ve bundan bir anlam çıkaracağımıza nasıl inandığını anlattı. Sohbet, yazının daha net anlaşılabilmesi için düzenlenmiştir.

HBR: İnsanlar şu anda birçok şey hissediyor. Bu hislerin bazılarına yas demek doğru mu?

KESSLER: Evet ve aslında yası tek şekilde yaşamıyoruz. Dünyanın değiştiğini hissediyoruz, ki hakikaten değişti. Bu dönemin geçici olduğunu biliyoruz fakat öyle olmayacakmış gibi hissediyoruz ve bir şeylerin değişeceğinin farkına varıyoruz. Tıpkı 11 Eylül’den sonra havalimanındaki prosedürlerin değişmesi gibi, tam olarak bu dönemden sonra da bir şeyler değişecek. Olağan halin yok olması, ekonomik hasarın korkutması, bağlantılı olma halinin azalması… Bunlar bizi etkiliyor ve haliyle bir kolektif yas sürecine sokuyor. Bu denli kolektif bir yasın ortalıkta dolanmasına hiçbirimiz alışık değiliz.

Yas nasıl farklı şekillerde yaşanır?

Şu an ileriye yönelik yas da yaşıyoruz. Genelde ölümle birlikte ortaya çıkan ileriye yönelik yas, gelecekten emin olamadığımız zaman bizi sarmalar. Bunu birine çok kötü bir tanı konulduğunda veya ebeveynlerimizden birini bir gün kaybedeceğimiz aklımıza geldiğinde hissederiz. İleriye yönelik yas ayrıca geleceğin daha geniş çapta hayal edilmesidir. Bir fırtına yaklaşıyor, kötü şeyler yaşıyoruz ve yaşayacağız. İnsanlar bir virüsten ötürü böyle bir yas yaşandığı için hislerini anlamlandırmakta güçlük yaşıyor. İlkel zihnimiz bir şeylerin kötü gittiğini biliyor fakat ne olduğunu göremiyor. Bu da güven duygumuzu altüst ediyor. Bana göre kolektif olarak güven duygumuz hiç bu kadar altüst edilmemişti. Genel olarak yaşadıklarımız daha çok yeni. Hepimiz mikro ve makro seviyede yas tutuyoruz.

Bireyler bütün bu yas sürecini nasıl atlatabilir?

İlk olarak yas tutmanın aşamalarını anlamak lazım. Fakat ne zaman bu aşamalar hakkında konuşsam, insanlara bu süreci doğrusal bir şekilde, adım adım yaşayamayabileceklerini her seferinde hatırlatmam gerekiyor. Aşamalar, yası atlatmanız için bir haritadan ziyade bu yabancı dünya için bir iskele olmalı. COVID-19 hayatımıza girdiğinden beri yasın her aşamasını içimizde yaşıyoruz:

  • İnkar: “Virüs bizi etkilemez.”
  • Öfke: “Şu virüs yüzünden evde tıkalı kaldım, hiçbir şey yapamaz oldum!”
  • Pazarlık: “Peki, iki haftalığına sosyal mesafeyi korursam her şey daha iyiye gidecek, değil mi?”
  • Üzüntü: “Bu sürecin ne zaman biteceğini artık bilemez oldum.”
  • Ve son olarak kabullenme: “Böyle bir şey sonuçta yaşanıyor. Bu değişiklikle yaşamayı öğrenmem gerek” veya “Ellerimi yıkarım, insanlarla mesafemi güvenli olacak şekilde ayarlarım, uzaktan çalışmayı öğrenirim. Bu süreci böyle geçirebilirim.”

Tahmin edeceğiniz üzere kabullenme, gücün yattığı noktadır: Yasa karşı otoriteyi kabullenme evresinde elde ederiz.

Yas tuttuğumuzda genelde fiziksel acı ve durmak bilmeyen düşünceler bizi çevreler. Bunları daha hafif atlatabilmek için herhangi bir yöntem var mı?

İleriye dönük yasa geri dönelim. Sağlıksız gelişen ileriye dönük yas, aslında kaygıdır ve belirtileri tam da sorunuzda bahsettiğiniz şeylerdir. Zihnimiz bize bazı fikirleri durmadan gösterir: Ebeveynlerim hastalanacak gibi. En kötü senaryoları görmekten kendimizi alamayız. Aslında zihnimiz bizi korumaya çalışır. Bu noktada yapmamız gereken, o düşünceleri umursamamak veya kafamızdan atmaya çalışmak olmamalı çünkü zihnimiz bir şekilde bunları yapmamıza izin vermeyecek ve koşulları iyice zorlamak bir süre sonra acı verecek. Yapmamız gereken, düşündüğümüz şeylerde dengeyi bulmak. Eğer en kötü düşüncelerin gerçeğe dönüşmeye başladığını hissediyorsanız kendinizi en iyi ihtimalleri düşünmeye yöneltin: “Hepimiz birazcık hastalanıyoruz, dünya hâlâ dönüyor. Sevdiğim herkes ölmeyecek. Belki de sevdiğim kimse ölmeyecek çünkü herkes doğru şekilde önlem alacak.” Evet, hiçbir senaryoyu göz ardı etmemeliyiz fakat bu senaryoların hiçbiri bir diğerinden üstün olmamalıdır.

İleriye dönük yas, zihnin geleceğe ışınlanıp en kötü şeyleri görmesidir. Sakinleşmek içinse şu ana geri dönmelisiniz. Ana geri dönmek, meditasyon veya mindfulness ile ilgilenmiş insanlara tanıdık gelebilir fakat insanlar bu önerinin ne kadar sıradan olabildiğine her daim şaşırıyor. Mesela bulunduğunuz odada beş şey bulun: “Odamda bir bilgisayar, bir sandalye, bir köpek resmi, eski bir halı ve bir kahve fincanı var.” Bu kadar basit. Nefes alın. Ne geçmiştesiniz ne de gelecekte. Şimdiki zamanda bulunduğunuzu fark edin, öngördüğünüz hiçbir şey henüz gerçekleşmedi. Şu anda iyisiniz. Yiyecek yemeğiniz var. Hasta değilsiniz. Hislerinizi kullanıp etrafınızdaki şeylerin nasıl hissettirdiğini düşünün: Masa sert, battaniye yumuşak, nefesimin burnumdan içeri girdiğini hissediyorum. Çok basit görünse de aslında bahsettiğiniz acının etkisini azaltmada oldukça etkili oluyor.

Ayrıca kontrol edemediğiniz şeyleri nasıl serbest bırakabileceğinizi düşünebilirsiniz. Örneğin komşunuzun ne yaptığı veya ne yapmadığı kontrolünüzde değil ama fiziksel mesafenizi koruyup elinizi yıkamak sizin kontrolünüzde. Kontrolünüzde olan şeylere odaklanın.

Son olarak sevgiyi biriktirin. Herkes korkuyu ve öfkeyi farklı seviyelerde yaşıyor ve farklı şekillerde gösterir. Mesela bir iş arkadaşım geçen gün bana karşı oldukça sivri dilliydi. Tepki göstermek yerine durup düşündüm: Bu ins an normalde böyle değil; sıkıntılarla bu şekilde baş ediyor. Korkusunu ve kaygısını görebiliyorum. Yani sabırlı olun ve karşınızdaki kişiyi şu anki haliyle değil normalde olduğu haliyle değerlendirin.

Bana kalırsa pandeminin en sıkıntılı tarafı açık uçlu olması.

Şu an yaşadığımız geçici bir durum. Bunu söylemek insanı rahatlatıyor. Hastane sisteminde 10 yıl çalıştım, böyle durumlara karşı idmanlıyım. Ayrıca İspanyol Gribi üzerinde çalıştım. Şu anda aldığımız önlemler bizi doğru yola sokar. Tarih böyle gösteriyor. İnsanlık bu hastalıktan yok olmaz, elbet kurtulacağız. Vakit, aşırı tepki verme değil aşırı korunma vaktidir.

Ve bana kalırsa, bu sürecin ardındaki anlamı da bulacağız. Yas tutmanın aşamalarına bir altıncısını eklememe Elisabeth Kübler-Ross’un ailesinin izin vermesinden onur duyuyorum. Bu aşama, anlamın ta kendisi. Elisabeth ile kabullenme aşamasından sonra ne gelebileceğini biraz konuşmuştuk. Zamanında kendim bir yas sürecinden geçtiğimde yasımı “kabullenme” aşamasında noktalamayı istememiştim. Yaşadığım o karanlık zamanlara bir anlam vermek istiyordum ve karanlığı aydınlatacak ışığın bulunması gerektiğine inanıyorum. Şu anda bile insanlar birbiriyle teknoloji yoluyla bağ kurabileceğini, düşündükleri kadar uzak olmadıklarını, telefonlarını daha uzun süreli konuşmalar için kullanabileceklerini ve yürüyüş yapmak gibi şeylerin değerini fark ediyor. Bence insanlar bir şeylerin anlamını aramaya bu virüs bitse bile devam edecek.

Peki bütün bunları okumasına rağmen hâlâ yasa boğulan birine ne söylemek isterdiniz?

Denemeye devam etmesini söylerdim herhalde. Yaşadığınız hisse “yas” demek, bir ad koymak güçlü bir şey. Geçen hafta birçok insan bana gelip “İş arkadaşlarıma zor bir zamandan geçtiğimi söylüyorum” veya “Dün gece ağladım” gibi şeyler söyledi. Hissettiğiniz şeye isim verirseniz o duyguyu daha net hissedersiniz ve içinizden geçmesini sağlarsınız. Duyguların harekete ihtiyacı vardır. Bu yüzden yaşadığınız şeye bir isim vermek, onu tanımak önemlidir. Kişisel gelişim akımının belki de talihsiz bir yan ürünü, duygularımıza karşı bir şeyler hisseden ilk jenerasyon olmamız. Kendimize “Üzgün hissediyorum fakat üzgün hissetmemeliyim, başkaları daha kötülerini yaşıyor” gibi şeyler söylüyoruz. Bunu söylemeyi bırakıp “Evet, üzgün hissediyorum. Kendimi tutmaktansa üzüntümü bir süre yaşayayım” demeliyiz. Yapmanız gereken, kim ne yaşarsa yaşasın, üzüntünüzü, öfkenizi ve korkunuzu hissetmek. Duygularınızla savaşmak bir işe yaramaz çünkü duygularınızı vücudunuz yaratıyor. Eğer duygularınıza izin verirseniz duygularınız düzgün bir şekilde ortaya çıkacak ve sizi güçlendirecektir. Böylece mağdur olmaktan kurtulursunuz.

“Düzgün bir şekilde” kavramını açıklar mısınız?

Elbette. Bazen duygularımızı olduğu gibi hissetmekten kaçınırız çünkü kafamızda hemen bir “duygu seli” kavramı canlanır: “Eğer üzgün hissedersem ve içime davet edersem üzüntüm benden bir türlü çıkamayacak,” “Duygu seli beni alıp götürecek”… Aslında duygular içimizden sadece geçer. Bizse bu duyguları hissederiz, duygular çekip gider ve başka bir duygu bize misafir olur. O sel bizi bir yere sürüklemeyecek. Asıl absürt olan şu anda yas duygusunu hissetmememiz gerektiğini düşünmek. Kapınızı çalan yas duygusunu içeri buyur edin ve onu dinlemeyi deneyin. Eninde sonunda misafiriniz olan o duygu kalkıp evine gidecektir.

Bu yazının konusu: STRES
Önerilen Konular:
Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş