Okumaya başladığım kitabın sayfalarını heyecanla çeviriyordum. Kitaptaki esas kahramanın günlük yaşam ve alışkanlıkları benimkilerden oldukça farklıydı. Elbette öyle olacaktı. Sonuçta bu bir roman ve hikayesi de kurguydu. Her sabah saat 7.30’da kalkıyor; tabletinden ulusal ve yabancı gazeteleri okurken yaşadığı dünyada olup bitenler nedeniyle bünyesini sağlam tutmak için limonlu ve elma sirkeli ılık suyunu içiyor, birkaç ilaç yutuyor, bir yandan da not alıyordu. Sonra yine her gün sabit altı dakika demlenmeye bıraktığı filtre kahvesini presiyle beraber salona götürüp bardağına servis yaptıktan sonra çalışma masasında 24 saat açık olan bilgisayarının karşısına geçiyordu. Günün akışında birçok şeyi hep aynı saatte yapıyordu. Garip olansa evden hiç çıkmamasıydı. Ara sıra kapısı çalsa da kimseye açmıyor, saatler sonra kapının önüne bırakılmış internetten sipariş verdiği şeylerin paketlerini almak için yerinden kalkıyordu. İletişiminin tamamını gelişmiş teknolojik bir altyapıyla yürütüyor, görüntülü görüşmeler yapıyor, kararlar alıp öneriler yağdırıyordu. Şirketinde, müşterilerinde, piyasada olan biten her şeyi takip halindeydi.
İşe başladığım yıl biri bana “Bu romanın kahramanı sen olacaksın” deseydi, o zamanlar “www” kavramı yeni olduğundan muhtemelen gülerdim ama inanır mıydım bilmem. Ama oldu işte! Yukarıda bahsettiğim roman da kahramanı da kurgu değil. Benim!
Bu yazımı evden çalışmaya başladığım tarihten itibaren 63 gün sonra yazıyorum. Yani 21 gün prensibine göre tam üç yeni alışkanlık edinecek kadar uzun bir zaman. Nitekim öyle de oldu. Daha önce yazmak istedim ama sonra “Uzaktan nasıl çalışılır?” diye tavsiyelerle dolu bir yazıdan çok bunu fiilen yaşadıktan sonra deneyimlerime dönük olmasına karar verdim.
İşte Yeni Düzen
Bir müşterim, hijyen kurallarına uyarak yüz yüze görüşmeyi önerdi. Bu, tam 58 gün sonra bir ilkti. Memnuniyetle kabul ettim. Yakın olduğu için Maçka Parkı’nda buluşmaya karar verdik. Arabamı park ettikten sonra önce lastik eldivenlerimi giydim, kısıtlamalar öncesi satın aldığım partikül geçirmez maskemi yüzüme taktım. Cebime her ihtimale karşı yedek eldiven ve alkol bazlı el dezenfektanı da koydum. Artık “toplantıya” hazırdım.
Profesyonel sosyalliğin mesleğim gereği iliklerime işlediği bir dönemimdeyim. Otuzuncu yılıma girdiğim çalışma hayatımda daha önce “müşterilerimden” fiziken bu kadar uzak olduğum başka bir dönem olmadı. Çekinsek de duramadık, dirseklerimizi hafifçe dokundurup selamlaştık. İkimizin de üzerinde gündelik kıyafetlerimiz ve spor ayakkabılarımız vardı. Yürüyüş esnasında biraz hoş beş, bol iş konuşarak bir saat geçirdik. Aklımızdaki konuların hepsini toparlamıştık. Notlarımı akıllı telefonuma dikte özelliğini kullanarak kaydedip yapılacaklar listemizi yürürken tamamladım. Listeyi Air-drop ile müşterime de gönderdim. İkimiz de görüşmekten ve işlerimizi tamamlamaktan gayet memnun, aynı şekilde vedalaştık. Arabaya binip eldivenlerimin dış yüzeyine dokunmadan ellerimden çıkarıp kilitli poşete attım. Dezenfektan kullanarak ellerimi ve kapı kolunu, telefonumu temizledim. Takiben ofis iç haberleşmesinde kullandığımız chat programından notlarımı ekip arkadaşlarımla paylaşıp görev dağılımını yaptım ve hatta hemen kısa bir görüntülü görüşme gerçekleştirdim. İşler aynen devam ediyordu.
Bu dönemi yaşadıktan sonra artık hiç kimse direnmesin, kendini yeni dünya ve yeni çalışma düzeninin akışına bıraksın . Çok değil altı ay önce, “Uzaktan çalışma demesin kimse bana!” diyenlerin seslerini uzaklardan duyar gibiyim. Peki bu dönemde ben ne öğrendim, nelerin değiştiğini gördüm? İşte benim notlarım.
Fiziki para
Az önce saydığım aksesuarlarım üzerimde kahve satın aldığım dükkanda kasadaki yazılı uyarı ilk günden dikkatimi çekmişti. “Lütfen temassız ödeme yapınız, nakit kabul edilmemektedir.” Yani bıraktım nakit parayı kredi kartına el bile sürmek istemiyorlardı. Ben de onların kartıma dokunmalarını istemiyordum zaten.
Yıllardır süregelen “finansal kapsayıcılık” (financial inclusion) çabaları zaten böyle bir gelişme beklemiyor muydu? Herkesin günlük alışveriş için bile temassız bir kredi kartına ihtiyacı olması zorunluluğu hem devletler hem de finansal kuruluşlar için bulunmaz bir ortam.
Kendime notum: Dijital para ve bu alanda yapılabilecek yatırımlar konusunda daha çok bilgi sahibi ol.
Ofis mi? Her Yer Ofis!
1903 yılında Mimar Frank Lloyd Wright tarafından tasarlanan Larkin İdari Binası açık ofis kavramının öncüsü niteliğindedir. Ofis kavramı o tarihten bu yana yaşanılan dönemlerin etki ve ihtiyaçları çerçevesinde şimdiki halini aldı. Evden çalışma modelinin farklı bir versiyonu olarak tanımladığım, en azından Türkiye’de gözlemlediğim “ortak açık ofis” kavramıydı ki bu tarz iş yerleri tam büyüme yolundayken evlere kapandık.
Şahsi görüşüm; sürekli müşterilerle temas gerektiren işleri yapan kişi ve kuruluşların ofis ihtiyaçlarının aslında hiç de alışılageldiği gibi (ya da diretildiği gibi) olmadığı artık kanıtlandı. Daha fazla direnmeye gerek yok. Bu tarz işleri nerede olursak olalım yapabiliriz. Bir ofis muhakkak olmalı ama o da toplantılar ve fiziken yapılması gereken işler için kullanılmalı; her sabah saatlerce trafikte ulaşılmaya çalışılan, verimsiz bir kalabalıkla üst üste oturulan mekanlar olarak değil. Bu çerçevede;
- Yeni uzaktan çalışma yöntem ve prensipleri,
- Dinamik ve dönüşüme ayak uyduran bir şirket kültürü,
- Farklı müşteri ilişkisi yönetim ve yöntemleri,
- Çağın gerisinde kalmayan, yenilikçi liderlik ve yöneticilik becerileri gibi kavramlar artık tam önümüzde duruyor.
Bunlara çabuk uyumlanabilenler önümüzdeki 10 yılda yeni bir dönüşüm furyası gelene kadar büyüyerek ayakta kalacak. “Dönüşüm” önümüzdeki dönemde en önemli kavramlardan biri olacak. Mevcut yönetici kadrolarının buna ikna edilmesi gibi bir gereklilik de artık olmayacak zira bu dönüşüme mecbur bırakıldılar.
Kendime notum: Artık olan oldu, uyum sağlamayan kaybolur.
Kaybolan/Değişen Meslekler
Mesleğimin ne olduğunu çocuklarıma anlatana kadar büyüdüler. Zira sorduklarında genel ve basit bir tanımlamayla “Bilgi birikimimi satıyorum” derdim.
Günümüz koşulları bazı meslekleri iki şekilde tehdit ediyor. Birincisi, bazılarının kaybolacak ya da ciddi şekil değiştirecek olması. Bankacılık, denetim, muhasebe, raporlama gibi meslekler halihazırda otomatikleşmiş durumda ve böyle olmaya da devam ediyor. Yok olmamak için kendimizi yeni bilgi ve becerilerle donatmamız gerekiyor. Yani oyunun adı “Upskilling”. Özellikle “artırılmış zeka” (augmented intelligence) demeyi tercih ettiğim yapay zeka (AI), insan faktörünün yerini yüzde yüz doldurmayacak belki ama bu kavramlara alışık ve onları kontrol edebilen yeni nesil kişilerin bizim yerimizi almasına çok kalmadı. İçinde bulunduğumuz süreçte kendini geliştirme bilincinde olanlara destek olmak amacıyla PwC olarak Digital Fitness uygulamamızı ücretsiz olarak kullanıma açmıştık. Belki aranızda kullananlarınız olmuştur.
İkinci başlık da yeni meslekler. Bu dönemde sağlık çalışanlarının değerini nasıl anladıysak, umarım kötü tecrübelerle değil ama yakın gelecekte çok ihtiyacımız olduğunu anlayacağımız, aklıma ilk gelen diğer meslek alanları çevre bilim, ekoloji ve evrimsel biyoloji, yenilenebilir ve alternatif enerji mühendisliği ve nörobilim olacak.
Kendime notum: “Değişmezsen yok olursun”.
Harcama ve Yatırım Tercihleri
Hem şirketler hem de bireyler bu dönemde çok şey deneyimlediler. Şirketler neye ne kadar hazır olduklarını, yaptıkları yatırımların hangilerinin zor şartlarda işlerine yaradığını, hangilerinin aslında çok gereksiz olduğunu gördüler. Ayrıca yatırım yaptıkları alanın çevreyle ve doğayla ilgisini göz ardı edemeyeceklerini anladılar. Bundan böyle teknoloji, sağlık, enerji ve gıda gibi konularda kendi kendine yeterlilik ve sürdürülebilirlik, yapılacak yatırımları yönlendiren kavramlar olacak. “Etki yatırımı” (impact investment) kavramını bugünlerde daha sık duymamızın nedeni de bu.
Mevcut koşullar bireylere de bazı tercihlerini gözden geçirme ve önceliklendirme yapmak için yeterli zamanı verdi. Minimuma inen, hatta bazı durumlarda sıfırlanan fiziki sosyalleşme, sahip olunan varlıkların gerekli/gereksiz diye sınıflandırılmasına neden oldu. Tonlarca para harcadığımız büyük küçük birçok şey birden, geçici de olsa önemini yitirdi. Şahsen dolabımı her gün açtığımda askıda gördüğüm takım elbise ve gömleklerime bakınca onlar olmadan da işimi gayet güzel yapabildiğimi hatırlatıyorum şimdilik.
Kendime notum: Ne giydiğin değil ne bildiğin önemli.
İnsanların Öncelikleri
Bu başlıkla ilgili en çok notu birlikte çalıştığım meslektaşlarım, ekibim ve müşterilerimle konuşmalarım esnasında aldım. En çok duyduklarımdan bazıları şöyle: “Benim tercihlerim ve önceliklerim artık daha önemli”, “Artık hiçbir şeyi ertelemeyeceğim”, “Ofis olmadan da oluyormuş” ve “Ofiste serbest kıyafet düzenine geçmek şart”.
Bilindik ofis plazalarından birinde gayet güzel ve büyük ofisi olan bir müşterim, çalışanlarına bundan böyle isterlerse serbest kıyafetle işe gelebileceklerini ve aynı zamanda evden çalışma alternatifleri olduğunu söyledi ve ofis katının yarısının kira kontratını dönemi sonunda yenilememeye karar verdi. İş modelini değiştiriyor. Bu kadar kısa sürede, kendi işinin sahibi bir patronun bakış açısının nasıl evrildiğini gördüm. Müşterim bu karardaki en büyük etkenin gelen talepler olduğunu söyledi. Yeni çalışma düzeninin masraf azaltıcı etkisi de olduğu için konu yaklaşık bir yıl önce de gündeme gelmiş olmasına rağmen “şimdi” kabul etti.
Hemen her yazımda bunun altını çizmeye dikkat ediyorum: Artık “-mış gibi” yönetim ve yöneticilik devri kapandı. Dinliyormuş, önemsiyormuş gibi yapınca samimiyetsizlik hemen anlaşılıyor. Yapılan hataların başında çalışanların duygusal ve entelektüel zekalarını küçümsemek, onların önceliklerini yanlış okumak geliyor. Özellikle bu zamanda artık samimiyet ve dürüstlük kaçınılmaz yöneticilik önceliği olmalıdır, içi boş sloganlar değil.
Kendime notum: Empati olmadan yöneticilik olmaz. Aldığın her kararda bundan etkilenecek kişilerin duygularını da dikkate almaya çalış.
Sonuç
İçinde bulunduğumuz dönem geçici ama etkileri kalıcı olacak. 63 gün önce bir grup arkadaşımla konuşurken “Yaz aylarında bu günleri hatırlayıp ‘Off atlattık!’ diyeceğiz, seneye bugünlerde ‘Neydi o geçen seneki halimiz’ diyerek hatırlayacağız, iki yıl sonra da bugünler ancak hatırlamamız gerektiğinde gündeme gelecek” demiştim.
Bizzat uyguladığım ve konuştuğum herkese de yapmalarını önerdiğim ilk şey, umutsuzluğa kapılmamaktı. Zira, her krizin yarattığı fırsatlar da vardır. Sadece bakmanız gereken yeri iyi bilmelisiniz.
Bu kriz günlerinde bireysel anlamda içinize döndüyseniz sahip olduğunuz kuvveti, değişimin baş döndürücü cazibesini, dönüşümün güzelliğini görmüş olmanız lazım. “An” da dans etmenin, kendinizi akışa bırakmanın tadını bir kere aldıktan sonra bundan vazgeçmek imkansız. Sadece tadını çıkarın!