Günümüzde şirketlerdeki BT yöneticileri belirli bir beceri ve holistik bakış çerçevesinde “bir ev inşa etmek” durumunda kalsa bu evin temeli dört tuğladan oluşur. Tetris oyunundaki bloklara benzeyen bu tuğlalar dijitalleşme, bağlantı, altyapı ve güvenliktir. Bu tuğlalar belirli bir ustalık çerçevesinde ve birbirlerine uyacak biçimde bir araya getirilmelidir.
Job’dan (Ç.N.: Eski Ahit’de yer alan ve başına birçok talihsiz olay gelen bir karakter) gelen haberler veya Cassandra’nın (Ç.N.: Yunan mitolojisinde bir karakter. Uğradığı lanet nedeniyle geleceğe dair çok isabetli kehanetlerde bulunsa da kimse kendisine inanmaz) etkili olaylardır. Her ikisi de karşılaştıkları kişilerin hayatını altüst etmişlerdir. Bu kişilerle konuşanlar, duydukları gerçek dahi olsa darmadağın olmuşlardır. Başka bir açıdan bakarsak aslında bu görüşmeler söz konusu kişilerin gerçekle yüzleşip yeniden ayağa kalkmalarına vesile olmuştur. Olaylar, nereden baktığınıza göre değişik biçimde yorumlanabilir. Özellikle de dijitalleşme bağlamında bu tür yorum farkları daha da öne çıkar.
Günümüzde dünyanın her yerinde birçok şirket bu kafa karışıklığını yaşıyor. McKinsey’nin yaptığı küresel bir araştırmaya göre şirketlerdeki karar vericilerin yüzde 74’ü mevcut değişimin hızını “muazzam” olarak tanımlıyor. Araştırmaya katılan 300’den fazla şirket 2023 yılında kendi sektörlerinde görülecek değişimin geçmişte hiçbir dönemde olmadığı kadar yoğun gerçekleşeceği söylüyor. Otomotiv, mühendislik ve havacılık sektörlerinden katılımcıların yüzde 85’e yakını yapay zekanın, nesnelerin internetinin ve veri temelli iş modellerinin sektörlerini kökünden değiştireceğine inanıyor. Şirketlerin sektörlerindeki geleceğinin şekillendirilmesinde şirketin hissedarları veya yönetiminin etkisi her geçen gün azalıyor. Şu anda bu tür şirketlerin önceliği yeni bir yönetici nesli görevi devralmadan önce “evlerine çeki düzen vermek ve şirketi onlara hazırlamak.”
Pierre Audoin Consultants (PAC) yöneticisi Wolfgang Schwab, bu bağlamın şirketlerdeki BT yöneticileri için ne anlama geldiğini şöyle özetliyor: “Şirketler için dijital yolculuklarında en önemli şey şirketin dijital geleceğini şekillendirmeye yardımcı olacak ve bunu danışmanlık, işe dair içgörüler, teknoloji ve iş ortakları ve çözümlerden oluşan doğru bir platform üzerinden yapabilecek bir hizmet sağlayıcı bulabilmektir.”
Peki BT organizasyonlarına dair holistik dijitalleşme yaklaşımı ne demek? Bunun özünde ihtiyaç duyulan yapı taşlarını belirlemek, tedarik etmek ve uygulamak yatar. Bu yapı taşları birbirlerine uyum sağlayacak biçimde özelleştirilmeli ve şirketin gereksinimlerini karşılayabilmeli. Aslında bu TETRİS oynamak gibidir. Herkes bu klasik bilgisayar oyununu bilir. 1980’lerden bu yana çok değişmeyen oyunun bu yılın başında yayımlanan versiyonu TETRIS99’da da tepeden düşen farklı tuğlaları 90 derecelik açılarla çevirip birbirine uydurmak ve ekranın en alt kısmında, mümkünse hiç boşluk kalmadan sırlamak gerekiyor. Bir sıra boşluksuz oluştuğunda yok oluyor. Oyunun adı Yunanca’da dört anlamına gelen tetra kelimesinden geliyor.
Tuğlaların ABC’si
BT terminolojisinde temel olarak görülen üç yapı taşı vardır: Ölçeklendirilebilen altyapılar (örneğin hibrid bulut modelleri), güvenilir ve hızlı bir bağlantı ve güvenlik. Aslında dijitalleşme, tuğlaların ABC’sini oluşturan bu üç yapı taşını doğru biçimde döşemekten geçer. Bunların her birinin diğerine mükemmel biçimde bağlanabilmesi holistik dijitalleşme bakış açısı anlamında çok önemlidir. Ancak bu mükemmel bağlanmayı sağlamak için bu süreci yönetmek gerekir. Aksi takdirde bir bağlantıda bile sorun olsa sistem, beklentileri karşılayamaz hale gelebilir.
Dijital dönüşümün ana tetikleyicisi, mevcut bir iş modelini temelden yapılandırma ihtiyacıdır. Bundan sonra yapılması gereken şirketin düşünme ve hareket etme tarzını yeniden ele almak ve bazı durumlarda sıfırdan tasarlamaktır. Ayrıca şirketlerin ürün ve hizmetlerini nasıl geliştirip pazarladıkları, müşterileriyle nasıl iletişim kurdukları ve şirketteki dönüşüm süreçleri çerçevesinde çalışanlarını nasıl harekete geçirdikleri de önemlidir.
Bert F. Hölscher, bu sürece dair sözünü sakınmayan biridir. Köln’deki Dijital Dönüşüm ve İnovasyon Yönetimi Yetkinlik Merkezi’nin başkanı olan Hölscher zaman zaman kendini “yöneticilere vadedilmiş toprakların yolunu gösteren bir vaiz” gibi hissettiğini söyler. Uzun yıllar İsrail ve Silikon Vadisi’nde çalışan bu yönetici, dünyanın farklı yerlerindeki şirketlere dijital performans konusunda danışmanlık veriyor ve ABD ile Yakın Doğu’yu kıyasladığında sorun noktasının ülkelerin kendi ekosistemleri olduğunu anladığını söylüyor. Hölscher’e göre Almanya’nın uluslararası anlamda rekabetçiliğini korumasının tek yolu dijitalleşme çabalarının belirli bir ciddiyet içinde gerçekleştirilmesinden geçiyor. “Bugün Almanya’da birçok yönetici inovasyon ve yaratıcı ruhlarını kaybetmiş durumda. Bunun olası nedeni düşünme ve hareket etme tarzındaki değişimin biz Almanlara çoğu zaman vizyondan ziyade korku vermesi.”
Faydasız Belenmeye Son
Bu, sadece Almanya’daki şirketlere özgü bir sorun değil. Küresel ölçekte yapılan ve sekiz sektörden 343 önde gelen şirketin katılımıyla oluşturulan Dijital Performans Endeksi’ne bakıldığında 2018 yılında şirketlerin sadece yüzde 6’sı dijital yatırımları sayesinde finansal performanslarını geliştirebilmiş veya yeni büyüme alanları yakalayabilmiş. Birçok büyük ölçekli şirket kendi sektörlerinde değişim oluşturan dijital teknolojilere güveniyor ve bunları hayata geçirmeye çalışıyor. Ancak bu şirketlerin büyük çoğunluğu henüz bilançoya yansıyan katma değerler oluşturmayı başaramadı.
Genelde danışmanlık şirketlerinin yaptıkları tipik analizler tadımlık bir sunmakla başlar. Ardından C-seviyesi yöneticilerin yutması kolay olmayan bir lokma haline gelir. Örneğin Hölscher, çoğu şirketin geçtiğimiz on yıllar boyunca gerçekleştirdikleri birçok yeniden yapılandırma programları ve ölçütler sonucunda günümüzdeki yüksek verimlilik noktasına ulaşabildiklerini söylüyor. Alman şirketleri, bu tecrübeler sonucunda uluslararası alanda rekabetçi hale gelebildi. Ancak Hölscher’in yorumuna göre yöneticiler statükoyu koruma ve yönetme tuzağına düşüyor. Çeyrekten çeyreğe hedef yakalayacağız derken konfor alanına takılıp kalma riski yüksek.
Bu yaklaşım herhangi bir şirkette dijital rekabetin ana yapı taşının verimlilik üzerine kurulmasını tetikleyebiliyor. Piyasalar, gelecekte gerek ürün gerekse hizmet tarafında maksimum esneklik talep ediyor. Hölscher, “Ancak verimlilik ve standardizasyon çoğu zaman inovasyon ve çevikliğin zıddıymış gibi görülüyor. İnovasyon ve çeviklik ise dijital rekabette en önemli unsurlar arasında yer alıyor” diyor.
Aslında, çokça kullanılan dijital devrim kavramı şirketlerin dijital ekonomiyle olan bağlarını kaybetmemek için iş süreçlerini, ürünlerini ve hizmetlerini dijitalleştirmelerini gerektiriyor. Ancak Bain & Company’nin yaptığı bir araştırmaya göre bu şirketlerin çoğunun holistik bir dijitalleşme stratejisi bulunmuyor. Bu durum birçok sonuca neden olabiliyor. Bain’e göre halihazırda günümüzde dijital öncüler rolünü üstlenen şirketler rakiplerine göre yüzde 50 daha hızlı büyüyor ve yüzde 30’a kadar daha kârlı olabiliyor. Ayrıca, maksimum oranda dijitalleşen şirketlerde BT maliyetleri ortalamada yüzde 20 azalıyor.
“Verimlilik ve standardizasyon gibi kavramlar dijital rekabette çok önemli olan inovasyon ve çeviklik gibi kavramların zıttı gibi görülüyor.”
BERT F. HÖLSCHER, Köln Dijital Dönüşüm ve İnovasyon Yönetimi Yetkinlik Merkezi’nin Yöneticisi
Dijital İkilem
Klasik olarak ve günümüzde de geçerli olmak üzere piyasadaki gelişmeler genelde yerleşik oyuncular tarafından şekillendirilir. Günümüzde mevcut başarılı iş modellerinin sorgulanması ve hatta bazı durumlarda bu modellerin etkinliğini kaybetmeye başlamasıyla birlikte bu genel görüş de sorgulanıyor. İster Ford ister Volkswagen, Volvo, Peugeot, Fiat veya Toyota olsun küresel otomotiv sektörü bu etkiyi yakından hissediyor. Bu şirketlerin müşterileri bugün hâlâ para harcamaya istekli. Ancak artık satın almak istedikleri, bir otomobil değil bir mobilite çözümü. Bu noktada yerleşik şirketlerin önündeki temel ikilem, bir yandan mevcut işlerini sürdürürken bir yandan da geleceğe dair konumlanma arasındaki hassas dengeyi tutturmak. Üstelik bu iki hedefe de bugünden odaklanmak gerekiyor. Şirketlerin ihtiyaç duyduğu dönüşüm sürecinin her bir adımına hitap eden ve holistik bir dijitalleşme stratejisi çerçevesinde onlara yol gösteren bir pusula.
Dijitalleşmenin farklı aşamaları hakkında holistik bir bakış açısı elde edebilmek işin sadece ilk adımıdır. Sonuçta, gerekli değişimler ve bunların karmaşıklığı hakkında net bir bakış açısı geliştirme çabası bir kurumu kolaylıkla paralize edebilir. Şirketler, holistik çözümler bulmaktansa durumsallık barındıran, daha özel veya izole çözümlerin peşinden gidebilirler. Bu da dijitalleşmeyi yöneticilerin sorumluluğunda bir konuymuş gibi gösterir. Bain & Company’ye göre değişim isteği, yönetim ekibinin tamamının kararlı desteğiyle oluşmazsa pek işe yaramaz. Bain ortağı Michael Schertler’in söylediği gibi: “Birçok yerde dijital inovasyonların başarıya ulaşmasına yönelik çabalar konvansiyonel yöntemlere dayanıyor.”
“Değişimin hızı ve ölçeği cesur bir dönüşüm gerektiriyor.”
THOMAS BAUMGARTNER, McKinsey Kıdemli Ortağı
“Vahalara Sığınmanın” Cazibesi
Kesin olan bir şey var: Birçok uzmanın görüşüne göre bir şirket izole ve koordine edilmemiş dijitalleşme projelerinden medet umuyor ve bunu bütünsel bir konsepte dayandırmıyorsa bu vahalara sığınmak istenilen başarıyı getirmez. McKinsey’nin kıdemli ortağı Thomas Baumgartner, “Değişimin hızı ve ölçeği cesur hamleler gerektirir. Tek başına pilot projeler veya startup’lar ya da kuluçkalar kurmak, değişimi tetiklemek için önemlidir. Ancak uzun vadeli başarı için değişimin belirli bir ölçekte olması gerekir” diyor.
İşte tam bu noktada bir diğer ikilem ortaya çıkıyor. Zira her alanda ve hiyerarşik seviyede dikkatlice koordine edilen bir dijitalleşme stratejisi var olsa bile şirketler her şeyi aynı anda yapamayabilir. Bain & Company, şirketlere gelirlerinin yüzde 2’si ile 5’i arasında bir payı dijitalleşemeye yatırmalarını tavsiye ediyor. Bunun yanı sıra şirketler kısıtlı kaynaklarını doğru sırada ve doğru projelere aktarmak için bir yönlendirmeye de ihtiyaç duyuyor.
İşe dair mevcut itici güçlerin araştırılmasıyla başlanabilir. İnovasyon, çeviklik, güvenlik ve güvenilirlik gibi kavramlar arasında sıkışmış şirketler kendilerini birçok soruya yanıt arar bir pozisyonda bulabilirler. Ürünlerimi, iş modelimi, markamı ve hizmetlerimi yeniden tanımlayarak dijital pazarda nasıl başarılı olabilirim? Kestirimsel analitik, yapay zeka, nesnelerin interneti ve veri bilimi gibi konseptlerle ilgili gereklilikler, riskler ve fırsatlar nelerdir? Piyasalardaki çalkantılarla nasıl başa çıkabilirim? Verimlilik, süreklilik ve güvenilir hizmetler sunma gibi kavramlar ile çevik ve esnek BT konseptlerini nasıl örtüştürebilirim? Rakibim; müşterilerim ve müşterilerimin tatmin ve sadakat unsurları hakkında benden daha fazla bilgiye sahip mi ve bunlar etrafında nasıl bir deneyim tasarlıyor? Müşteriyle hızlı temaslar kurmak bu sorulara yanıt bulmak için yetersiz kalıyor. Teknoloji söz konusu olduğunda sprintler sadece birer yama işlevi görüyor.
Yapısal Yaklaşım
Bain & Company gibi danışmanlık şirketleri holistik dijital dönüşümde dört alanın önemini vurguluyor: Şirketin içindeki değer oluşturma süreçleri, müşteri etkileşimi ve buna dair arayüzlerin yeniden tasarlanması, ürün ve hizmetlerin veri temelli uygulamalar üzerinden genişleyebileceği olası alanlar ve yeni iş modelleri geliştirmek.
Yeni iş modellerine bakıldığında konseptin kanıtlanması (POC) şirketlere kısa zamanda bazı yanıtlar sağlayabilir. (Avrupa’nın en büyük film ve televizyon içeriği üreticisi Ufa ile T-Systems böyle bir işbirliği gerçekleştiriyor.) Örneğin hangi noktaya kadar bulut çözümlerinin kullanılacağını belirlemek BT hizmet sağlayıcılarının vaatleriyle de orantılıdır. Aydınlatma çözümleri uzmanı Osram, Edge Cloud çözümünü kullanarak akıllı fabrikalar alanında bir uygulama ortaya koyuyor. Üretim süreçlerinin verimliliğini artırmak için hız ve esneklik arayışında olan Osram’ın otomotiv grubu CEO’su Hans-Koachim Schwabe, Almanya’nın ilk kampüs bazlı 5G şebekesini kurmak için T-Systems’la işbirliği yaptı. Bu şebeke hayata geçtikten sonra fabrikada ağır yüklerin taşınması için sürücüsüz araçlardaki mobil robotlar kullanılıyor. Sistem esnek ve güvenli bir ağ üzerinden idare ediliyor. Deutsche Telekom; dijitalleşme hizmetleri, bulut çözümleri, IoT, güvenlik hizmetleri gibi farklı unsurları tek çatı altında verebildiği için bu projede yer alabiliyor. Teknoloji tek başına bir şey ifade etmez. BT hizmet sağlayıcılarının dikey ihtiyaçları ve görev kritik operasyonları anlama kapasitesi de en uygun hizmet sağlayıcının seçimi açısından çok önemlidir. Burada da evinize “doğru tuğlaları” koyabilmeniz gerekir.
Bağlantı
Başarılı bir dijitalleşmenin özünde verilere ve uygulamalara küresel ölçekte, hızlı, esnek ve güvenli erişime imkan verecek en üst seviyede kalite standartlarını ve operasyonel mükemmelliği oluşturmak yatar. T-Systems, 180 bin noktadan oluşan dünyanın en büyük networklerini yönetmektedir. 5G, nesnelerin interneti, edge computing gibi teknolojiler Endüstri 4.0’ın temel bileşenlerini oluşturur ve yeni iş modellerinin ve teknolojilerin doğmasına zemin hazırlar. Bloor Research’den analist Paul Bevan bu teknolojileri “gerçek anlamda dijital dönüşüm için kilometre taşları” olarak değerlendiriyor. Otonom sürüş, tele-tıp ve otomatize fabrikalar gibi senaryolar göz önüne alındığında kullanılan her bir şebekedeki bant genişliği ve gecikme gereksinimleri o kadar önemlidir ki bunlar ancak 5G ve edge computing ile sağlanabilir.
Dijital
Dijitalleşme dünyamızı ve hayatımızı değiştiriyor. Yepyeni fırsatlara ve meydan okumalara zemin hazırlıyor. Gelecek yıl gibi yakın bir zaman içerisinde değer zincirlerinin yüzde 80’inin dijitalleşmesi bekleniyor. Bugün, gelirlerinin yarısından fazlasını dijital ekosistemlerden sağlayan şirketler gelirlerini yüzde 32 ve kâr marjlarını yüzde 27 artırıyor. IoT, yapay zeka, veri analitiği ve hepsinden de öte çeşitli bulut teknolojilerindeki gelişmeler bu değişimi tetikliyor. Şebeklerin, altyapıların ve güvenliğin ana yapı taşlarını bir araya getiren ve onları bir arada tutan unsur dijitalleşmedir. Bu gelişmelerden yola çıkan T-Systems, şirketlerin birçok hizmet ve çözüm sağlayıcı ile koordinasyon oluşturma sıkıntısını ortadan kaldıracak benzersiz bir iş ortağı ekosistemi oluşturdu. Böylelikle T-Systems; bulut, IoT, güvenlik ve şebekeleri uçtan uca çevik bir yaklaşımla entegre edebilen güvenilir bir iş ortağı olarak konumlanıyor. Böylelikle müşterilerin dijitalleşmeye dair hissettiği karmaşıklığın büyük kısmı ortadan kalkıyor.
Bulut & Altyapı
T-Systems bundan 10 yıl önce ilk bulut hizmetlerini sunduğunda bu alanda lider konumundaydı. Peki bugün durum nasıl? T-Systems bugün 600’den fazla kurumsal müşterisi adına 65 bin canlı bulut sistemini yönetiyor. Dijital Ekonomi Pusulası istatistiklerine göre 2020’ye gelindiğinde, tarihte ilk kez büyük veri merkezleri ve sunucu çiftliklerinde tutulan ve internet üzerinden depolanan ve erişilen verinin miktarı lokal cihazlardaki veri miktarını aşacak. Bulutun çok hızlı büyümesinin belli başlı nedenleri var: Esneklik, ölçeklenebilirlik, maliyet avantajı… Şirketler ister büyüme ister daha fazla verimlilik arayışında olsun, ister yeni iş modellerini ister geleneksel modelleri benimsesin bulut çözümleri her alanda onlara destek olabiliyor. Ancak bu avantajı yaşamak isteyen şirketler farklı bulut çözümlerini ve uygulama modellerini tasarlayan, dönüştüren ve işleten bir iş ortağına ihtiyaç duyuyor. Crisp Research’ün danışmanları, farklı teklifler arasında karar vermenin zor olduğunu söylüyor. Doğru bulut ve edge computing çözümünü belirlemek ve değerlendirmek kolay bir iş değil. Bu teklifler yapılarına, fonksiyonelliklerine, güvenlik ve fiyatlarına göre farklılaşabiliyor.
Güvenlik
Avrupa’da nüfusun yüzde 79,8’i internet kullanıyor. Bu oran Amerika kıtasında yüzde 69,6 ve Asya-Pasifik bölgesinde yüzde 47. Dünyada her saniyede 7,8 milyar insan internete bağlı bulunuyor. 2020 yılında bağlantılı cihazların sayısının 50 milyarı aşması bekleniyor. Ancak her şeyin bağlı olduğu dünyada her şeyin güvenli olması da gerekiyor. Sadece bireysel kullanıcıları değil şirketleri de korumak gerekli. Peki her birimiz bu karmaşık siber güvenlik işini düzgün biçimde yönetebiliyor muyuz? Bu sorunun yanıtı net: Hayır, yönetemiyoruz. Şirketler, altyapılarını uçtan uca koruyacak bir çözüm sağlayıcıya ihtiyaç duyuyor: Mobil şebekelerden cihazlara, uygulamalardan web mağazalarını barındıran buluta kadar her alanda koruma öne çıkıyor. Kendi içinizde bile şüpheye düşmeniz mümkün. Koruma önlemlerinin yanı sıra saldırıları tespit etmek, reaksiyon vermek ve kaynağını belirlemek de önem kazanıyor. Burada en hızlı olan en az hasar görüyor. Avrupa’nın en büyük entegre Siber Savunma ve Güvenlik Operasyonları Merkezi’ne sahip olan T-Systems, uçtan uca bir Siber Güvenlik Koruma Kalkanı oluşturuyor. Bu “Alman Malı” hizmet aynı zamanda T-Systems’ın kendisini de koruyor.