Atakan Demir

Creatiful Kurucusu

“Yönetilmek istemiyoruz; yol gösterilmek, ilham almak, birlikte öğrenmek, birlikte büyümek istiyoruz.”

15 Eylül 2025, Pazartesi

Creatiful Kurucusu Atakan Demir ile Z jenerasyonunun iş hayatından beklentileri, kuşaklar arası iletişimin bu iletişim kopukluğunu nasıl ortadan kaldırabileceği ve yöneticilerin yeni nesil ile birlikte nasıl gerçekten anlamlı bir düzen kurabilecekleri hakkında konuştuk.

Creatiful’u kısaca tanıyabilir miyiz? Creatiful’un kuruluş hikayesi nasıl başladı?

Creatiful, kuşaklararası arabuluculuk rolü üstlenen bir gençlik danışmanlık şirketi. Gençlerle, yöneticiler, markalar ve kurumlar arasında stratejik bağlar kuran bir araştırma ve iletişim stüdyosuyuz. Türkiye’de Z Kuşağı, yeni nesil çalışanlar ve tüketiciler üzerine özelleşmiş, veri temelli, yaratıcı ve kültürel hassasiyet taşıyan ilk ekiplerden biriyiz.

Sabancı Üniversitesi’nde okurken hazırlıktan itibaren okul bizi farklı sektörlerden şirketlerde staja gönderiyordu. Yaptığım stajlarda inanılmaz mutsuz oluyordum. Herhalde bir sonrakinde bu kadar mutsuz olmam derken, daha da mutsuz oluyordum. Bir diğerinin en azından daha güzel olacağını düşünürken, hiç de daha iyiye gitmediğini fark ettim :) Bir tarafta bilgisayar mühendisliği ve işletme çift anadalı; sanat tarihi, girişimcilik, iş analitiği yan dallarına sahip fakülte birincisi bir öğrenciyim, diğer tarafta Türkiye’nin en iyi şirketlerinde yaptığım stajlardan acayip hoşnutsuzum. Mezun olup iş hayatına girmek için sabırsızlanmama rağmen bu staj deneyimlerim o kadar keyifsizdi ki, Amerika MIT’de ve Hong Kong’ta değişim öğrencisi olarak yapay zekâ çalışmaları yaptığım dönemlerde “acaba problem bende mi, akademisyen mi olmalıyım” diye sürekli kendimi sorguluyordum. İş hayatındaki sabah 9 akşam 5 çalışma, sınırlı görev listesi, kılık kıyafet zorunluluğu ve tabii ki o zamanlar bahsi bile geçmeyen uzaktan veya esnek çalışma saatleri olmaması…

Mutsuzdum ve mutsuzluğumun sebebini gerçekten kendim sanıyordum. Ta ki, arkadaşlarımın da çok benzer mutsuzlukları olduğunu görene kadar. Sorun bende, bizde, gençlerde değil; belki de şirketlerdeydi :) “Ya” dedik, “gidip bu mutsuzluklarımızı şirketlere anlatsak, bir şeyleri değiştirebilir miyiz acaba?” Bundan 10 sene önce Creatiful’un hikayesi bu şekilde gençlerin sesini, gençlerin kendi problemlerinden yola çıkarak duyurmaya çalışmalarıyla başladı. Ve evet (minik bir spoiler) değiştirebilirmişiz!

Bugün kendimizi bazen bir gençlik ajansı, bazen bir kuşak çevirmeni, bazen de kuşaklar arası iletişim danışmanı olarak tanımlıyoruz. Gençler ne istiyor, neden motivasyonları düşüyor, iş hayatındaki verimlilikleri nasıl artar, bir şirkette/markada tüketici veya çalışan olarak neden kalıyor ya da neden bir haftada ayrılıyorlar? İşte bu sorulara yalnızca verilerle veya tahminlerle değil; detaylı saha araştırmaları ve dijital analizler, derin görüşmeler ve bire bir içgörülerimizle yanıt veriyoruz.

Kuşaklar arası iletişim ve genç neslin iş hayatındaki verimliliğini artırmak gibi konulara odaklandığınızı belirtiyorsunuz. Bu yaklaşım, iş dünyasında pratikte nasıl karşılık buluyor?

Şirketler genç yetenekleri ellerinde tutmakta zorlanıyor; markalar içinse yıllardır üzerine tezler yazılan marka sadakati bile artık yerini dalgalı marka sadakatine bırakmış… Şirketler, konunun sadece maaş olmadığını, olayın özünde kültür, aidiyet ve anlam olduğunu fark ediyorlar. Markalar da benzer bir açıdan, artık geleneksel kampanyaların işe yaramadığını görüyor. İşte tam bu noktalarda biz devreye giriyoruz ve “gençleri gençlerden dinleseniz nasıl olur?” diyoruz.

Bazen bir şirketin tüm işe alım sürecini yeniden tasarlıyoruz, bazen yöneticilere yönelik “yeni nesil ekiplerle iletişim” atölyeleri düzenliyoruz. Markalar içinse yalnızca bir kampanya fikri değil, gençlerin değerlerini sahiplenen uçtan uca gerçekçi bir marka duruşu geliştiriyoruz. Şu soruyu masaya koyuyoruz: “Bu şirketin/markanın gerçekten bir derdi var mı gençlerle? Yoksa sadece Instagram/Linkedin postu mu atmak istiyor?”. İş dünyasının bu konuda kendi samimiyetini sorgulaması gerekiyor. Kurumsal şirketlerle 10 sene önce çok kavga ediyorduk. Örneğin, uzaktan çalışmanın imkansız olduğuna eksiksiz olarak hepsi çok emindi. Bugünse kendileriyle aramız çok iyi :) Deneyimli profesyonellerin gençler hakkında anlamaları gerekenler olduğu kadar, genç profesyonellerin de öğrenmeleri gereken şeyler var. Kuşaklararası arabuluculuk pek çok sektörde neyse ki artık karşılık buluyor. Bir an önce Z kuşağının sorunlarını çözelim de, sırada daha Alfa kuşağı var!

Z kuşağı artık iş hayatının içinde. Peki, bugünün gençleri için “iyi bir kariyer” ne anlama geliyor? “İyi bir iş” mi yoksa “özgür bir yaşam” mı daha ön planda?

Bugünün gençleri için “kariyer” artık bir merdiven değil; bir yolculuk. Ve bu yolculuk, klasik “basamak çıkmak”tan çok daha derin bir soruyla başlıyor: “Ben bu yolda kim oluyorum?” Bu nedenle aslında “İyi iş mi, özgür hayat mı?” sorusu gençlerin artık alıştıkları bir soru. Yanıtları çok net: “Neden ikisini birden istemeyeyim?”

Gençler artık sadece maaşa, unvanlara ya da kurumsal prestije ikna olmuyor. Altını çizmem gerekiyor, “bunlara ikna olmuyor” demiyorum; “sadece bunlara ikna olmuyor” diyorum :) Maaşı iyi ama insanı tüketen bir işi asla kabul etmiyorlar. Çalışma koşulları gençler için çok önemli. O yüzden haberlerde “şu kadar para veriyorum yine de çalışan bulamıyorum”ları sık sık duyuyoruz. Gençler için artık iş yalnızca para anlamına gelmiyor; kendi zamanlarıyla takas yaptıkları şey, paradan ve yan haklardan fazlası olmalı. Bir diğer taraftan bakınca, “Özgürüm!” diye belirsizlikte savrulmayı da asla istemiyorlar. Çünkü zaten bu gençleri helikopter ebeveynleri özgür bırakmadı ki :) Sınırsız bir özgürlüğe alışık değiller, konfor alanları da sınırsız özgürlük talep etmiyor. Yalnızca, spesifik “özgür alanlar” istiyorlar. Hem finansal güvence, hem de özgür psikolojik alan arayışındalar.

Burada şunu net bir şekilde görüyoruz: Gençler hayatlarını bir şirkete zimmetlemek değil, şirketle yol arkadaşlığı kurmak istiyorlar. Kurumsal sadakat değil, karşılıklı anlam ortaklığı arıyorlar. Tıpkı duygusal ilişkilerine baktıkları gibi :) Önceki jenerasyonlar sonsuz aşka inanırken, bugünkü gençler ilişkilerinde “şimdilik” mutlu olduklarının farkında :) İyi bir ilişki isterken, özgürlüklerinin gereksiz kısıtlanmaları hoşlarına gitmiyor. İş hayatında da hem iyi bir iş hem de özgür bir yaşam dengesi sunan şirketlere büyük bir yönelim olduğunu görüyoruz. Kendilerini gerçekleştirebildikleri, geliştikleri, görünür oldukları, fark yaratabildikleri ama tüm bunları yaparken çalışma saatlerine ve çalıştıkları konuma olabildiğince kendileri karar verdikleri özgür ve dengede hissettikleri bir yolculuk istiyorlar.

Sevgili genç dostum Hazal’ı örnek vermek isterim. Boğaziçi’nden yeni mezun olduktan sonra bankada çalışırken kendisine yeterli özgürlük alanı verilmediği için istifa etti. Şu an seramik yaparak para kazanıyor. Hafta sonları ve geceleri de dahil olmak üzere, bankadakinden çok ama çok daha fazla çalışıyor ve daha az kazanıyor, ama istediği an çalıştığını düşündüğü için özgürlüğünün tadını çıkarıyor. Eskiden bu örneklere 40’lı yaşlarındaki insanlarda rastlardık, artık yeni mezunlarda dahi mümkün oluyor karşılaşmak.

Gençler çalışmak istedikleri şirketlerden maaşın ötesinde yaşam kalitelerine katkı sağlayacak başka ne tür destekler bekliyor?

Öncelikle gençlerin az önce konuştuğumuz özgürlükten sonra şirket içinde (yaşam kalitelerini de artıracak) en büyük beklentileri “sağlıklı iletişim ve ilişkiler”. Önceki jenerasyonlar pek dile getirmezdi bu konuları eskiden, ancak gençler şirketteki hem akranlarından hem yöneticilerinden hem de en üst düzey yöneticilerinden kendileriyle sağlıklı iletişim kurulmasını bekliyorlar. İş arkadaşlarıyla sağlıklı, düzeyli, dengeli, anlayışlı, karşılıklı nezaket içeren ilişkiler içerisinde olmak istiyorlar. Gençler için bu konu bu kadar önemliyken, pek çok şirkette gençlerin toy oldukları için iletişimde küçümsendiklerini gözlemliyoruz.

Tekrar soruya dönersek aslında genel reçete çok basit. Gençler artık çalıştıkları yerin hayatlarına ne kattığıyla ve ne hissettikleriyle ilgileniyorlar. Çalışanlarının ne hissettiğini önemsemek, iş dünyası için tüm dünyada aslında çok yeni bir kavram. Maaş, söylediğim gibi tek başına yeterli değil. Yetmiyor çünkü gençler için “çalışmak” kutsal bir görev değil. Çalışmak, iyi yaşamak için bir araç.

Reçetemiz:

  • Spesifik özgürlük alanı, esneklik, sağlıklı iletişim ve ilişkilerden bahsettik.
  • Otantik bir kültür: Mobbingsiz, yalansız, göstermelik olmayan, gerçek, kapsayıcı bir kurum iklimi.
  • Mental sağlık ve kişisel gelişim yönlendirmesi: Birçok genç için çalıştıkları şirketin bu konularda yaptığı maddi desteğin, profesyonel yönlendirmelerin ve çeşitli workshop çalışmalarının zamdan daha kıymetli olabildiğini gözlemliyoruz.
  • Havalı olmak: Gençler çalıştıkları şirketin Linkedin ve Instagram’da havalı gözükmesini bekliyorlar. Bu konunun “yaşam kalitelerine katkı sağlayacak destekler” ile ne ilgisi var aman demeyin; arkadaş ortamında, sosyal medyada işleri hakkında konuşurken gençlerin kendilerini iyi hissetmelerine verdikleri önem, araştırmalarımızda en öne çıkan maddelerden biri oluyor.

Bu kısa reçetenin temelinde aslında “profesyonel samimiyet” konsepti yatıyor. Gençler artık “güzel cümlelerle paketlenmiş ama içi boş” çalışan deneyimlerine tahammül edemiyor. Şirketler, genç çalışanlarının şirket kültürleriyle nasıl dalga geçtiğini bile bilmiyor :) Ben, bir başka danışman, bir başka şirket sonsuz sayıda reçeteler çıkarabiliriz aslında ama her şeyden önce şirketinizde çalışan gençlere profesyonel samimiyet teknikleriyle yaklaşarak gerçek bağlar kurmalı ve onlara “Bu şirket, beni ben yapan şeylere önem veriyor ve yatırım yapıyor. Beni bu şirket için bir birey olarak önemseniyorum.” duygusunu hissettirmelisiniz. Bu göründüğünden çok daha kolay aslında :)

Bu temel konular dışında, sizin aracılığınızla, danışmanlık hizmetlerimizde son zamanlarda sıklıkla paylaştığım birkaç spesifik minik öneriyi okurlarınızla paylaşayım. Babalara çocuklarının karne gününde izin, kadınlara Kadınlar Günü’nde hediye kutuları… gibi ayrıcalıklar sunarken, genç çalışanlarınıza termos hediye etmek yerine yılda bir defa yurtdışı uçak bileti hediye edebilirsiniz :) büyük bir Lego hediye edebilirsiniz :) katılacakları yurtdışındaki festivalin bilet ücretinin yarısının sponsoru biz oluyoruz diyebilirsiniz :)

“İş-özel hayat dengesi” konusu Z kuşağı için neden bu kadar önemli hale geldi? Bu konuda en çok hangi konularda zorlanıldığını düşünüyorsunuz?

Bu soruyla karşılaşmaya bayılıyorum, konuşması çok eğlenceli. Önce sorunun yapısını inceleyelim. “Z kuşağı için neden bu kadar önemli hale geldi?”… demek ki önceki kuşaklar için bu kadar da önemli değildi, ya da biz öyle olduğunu düşünüyoruz.

Yaptığımız araştırmalar bize yaştan bağımsız herkesin iş-özel hayat dengesine önem verdiğini gösteriyor. Hatta ne kadar şaşırtıcı gelecek: yaşlar küçüldükçe buna verilen önem az da olsa azalıyor.

Soruyu iki açıdan ele alalım.

1- Z kuşağının neden daha çok önem verdiğini düşünüyoruz? Gençler sonsuz seçeneklerinin olduğu bir ortamda yetiştiler (online’da sonsuz sayıda müzik, video, film, dizi, içerik, arkadaş, oyun…). Gerçek hayatta o kadar da seçenekleri olmadığının, sınırlı sayıda şirket ve pozisyon olduğunun farkındalar. Ancak ailesinin yanında yaşamayı sürdürerek veya ailesinden destek alarak yaşayan akranları var, yurtdışına uzaktan çalışan akranları var, freelancer akranları var, hobisinden para kazanan veya influencer olan akranları var… derken, gençler yine çok sayıda seçenekleri olduğunun farkındalar. X ve Y kuşaklarından çok daha yüksek seviyedeki özgüvenlerine, çok sayıda seçeneklerinin olması farkındalıklarını da ekleyince, “sağlıklı düşünen” herkesin isteyebileceği gibi iş-özel hayat dengesi isterlerken, önceki nesillerden farklı olarak bu isteklerini özgürce akranlarıyla yüz yüze veya sosyal medyada paylaşıyorlar, yüksek sesle dile getirebiliyorlar. Bu nedenle Z kuşağı iş-özel hayat dengesine daha çok önem veriyormuş gibi geliyor. Önceki nesiller ise bu konuda görece sessizler, çünkü otoriteye ve işverenlerine bakışları hâlâ derin bir saygı temelli. Halbuki, dediğim gibi onlar daha çok istiyorlar :)

2- Gençler önceki kuşaklar gibi itaatkar değiller ve az önce bahsettiğim yüksek sesliliğin bir sonraki aşaması olan “işten ayrılmayı” hayata geçirebiliyorlar. Eskiden itaatkar olmasaydınız bile hayat sizi zorla bir şekilde itaat etmenize sebep oluyordu. Artık öyle değil :) “Instagramda düzenli reel paylaşıp influencer olup reklamdan ayda üç bin dolar kazansam iş-özel hayat dengemi bozmaya bayılan şirkette çalışmak zorunda kalmam” diye düşünüyorlar.

Gençlerin istediği iş-özel hayat dengesinin temelinde yatan kavram: esneklik ve bu esnekliğin kontrolünün kendilerinde olması. Haftanın yalnızca 1 günü ofisten çalışma isteyen bazı şirketlerde, zorunda olmamalarına rağmen haftanın 4 günü ofise giden gençler olduğunu görüyoruz. Doğru şartlar sağlandığında gençler zaten işlerini layığıyla yapıyorlar ve doğru kurum ikliminde, sürekli ofiste olmayı başta kendileri istiyorlar; yeter ki kendilerine spesifik bir özgürlük alanı bırakılmış olsun. İki saat oynayacağı oyundaki karakterin saç rengini ve ayaklarının uzunluğunu özelleştirirken üç saat vakit geçiren gençlerden, günlük yaşamlarının yüzde 80’ini kaplayan iş hayatları için esneklik/denge özelleştirmeleri sunmayan şirketlerden kaçıyorlar. Daha da kaçacaklar.

Hâlâ pek çok şirket eski dünyadan kalma reflekslerle hareket ediyor. “Esneğiz” deyip sabah 09:00’da kamera açtıran, hibrit model deyip ofise zorla dört gün çağıran, “Dengeliyiz” deyip Teams’ten pazar akşamı mesaj atan yapılar, “Tatildeyim” diyen çalışana mesaj atan yöneticiler ve en kötüsü: samimi olmayan “denge” söylemleri var. Gençler bu tarz iklimleri anında anlıyor, fazla kalmak istemiyor. Çünkü onların ebeveynleri, eve yorgun dönüp sessizce televizyon izliyordu. Bu nesil ise diyor ki: “Hayat çalışmak için değil; çalışmak, hayatı güzelleştirmek için.”

Z kuşağı ile ilgili sıkça dile getirilen “sabırsız, çabuk sıkılan” gibi yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce genç çalışanları elde tutmak mı daha önemli, yoksa onlara ihtiyaç duydukları esnekliği verecek sistemler kurmak mı? Kurumlar bu dengeyi nasıl yakalayabilir?

Çok basit: bir şey sıkıcıysa, gençler sıkılıyor. Aylardır hatta yıllardır çok sevdikleri markadan, influencer’dan, içerikten, oyundan bir gecede birden bire sıkılıp vazgeçebiliyorken; 15 saniyelik reklamı izlerken sıkılıp beşinci saniyede hemen geçmeye çalışırken, kendilerinin yok sayıldıklarını hissettikleri şirket kültürlerine karşı da sabırlı olmuyorlar. Mutsuz olduklarında sabırlı olmuyorlar. İstekleri gerçekleşmiyorsa sabırlı olmuyorlar. Tabii ki kendi içlerine de sinen, mantıklı sebepleri yoksa… Yani gençler sabırsız değiller, boşa sabretmiyorlar.

“Evet bu görev üzerinde çalışırım ama neden çalıştığımı bilmek istiyorum. Evet kalırım ama burada kendimi geliştirebiliyorsam” diyorlar. Gençler boş vaatlere, ego savaşlarına, statü delisi yöneticilere ve kuralcılıkla süslenmiş hantallığa tahammül edemiyorlar. Gençlerin sabretmek için mantıklı, gerçek sebeplere ihtiyaçları var. Bugünün gençleri her şeye hızlı ulaşabilen bir dünyada büyüdü. Bir rolün içinde yıllarca çakılı kalmak, onlara göre acayip hem verimsiz hem anlamsız; dahası: korkunç! Yapay zeka ile 10 dakikada yapabilecekleri bir işi saatlerce yapmaya zorlanmaları da aynı şekilde… Mesele “onları elde tutmak” değil; onlara sürekli yeniden anlam sunmak olmalı. Tüketici olan gençler için dalgalı marka sadakati de benzer bir konuyla ilişkili aslında.

Tam da bu noktada karşımıza çıkan, eski dostumuz: Oyunlaştırma. Oyunlaştırma terimini Türkiye’de o kadar alakasız kişiler konuştu ki, artık insanların hiç umursamadığı, içi boş bir terim haline geldi. Ancak gençler oyunlaştırmaya ta-pı-yor-lar. Farkındasınız değil mi: dopamin bağımlısı bir gençlikten bahsediyoruz. Ancak şirketler ne proje yönetimlerinde, ne şirket içi dinamiklerinde, ne de şirket kültürlerinde oyunlaştırmadan faydalanıyorlar. 10 saniye boşluklarını hemen ellerinde video kaydırmaya ayıracak kadar bağımlı gençler için şirkette yaptıklarından ötürü puan toplayabilip, ödüller kazandığı/takdir topladığı sistemlere geçmeyen bütün şirketler gençlerin ilgisini kaybetmeye mahkum olacaklar. Çünkü sıkıcı hale gelecekler. Z kuşağı haydi zar zor bir yere kadar idare etmeye çalışıyor, ama alfa kuşağı çok daha fena geliyor :) Henüz şirketler Z kuşağını anlayamamışken, alfa kuşağı tüm sektörlerde daha da bomba etkisi yaratacak.

Şirketlerin de elbette sınırları var ama bu sınırlar mantıklı sebeplerle anlatılmadığında gençlerin gözünde hiçbir karşılığı olmuyor. Bu yüzden önemli olan tek taraflı değil, kuşaklar arası arabuluculuk ile çözümler bulabilmek… Doğru soru “Gençleri nasıl elimizde tutarız?” değil; “Onlarla birlikte nasıl gerçekten anlamlı bir düzen kurarız?” olmalı.

Z kuşağı yeni nesil liderlikten ne bekliyor? Hiyerarşi, şeffaflık, iletişim gibi konularda nasıl bir yönetici hayali kuruyorsunuz?

Hayalini kurduğumuz yönetici yukarıdan emir yağdıran bir otorite değil; samimiyetle yanımızda olan, güven veren, ilham veren bir mentör. Gençlere göre liderlik: bilmek değil sormak, yönetmek değil yön vermek, güç göstermek değil güç paylaşmaktır. Gençler yaştan bağımsız olarak liyakate ve yeteneğe saygı duyuyorlar, çünkü doğum tarihi tek başına saygı sebebi değil gençler için. Bu yüzden aradığımız lider bir mentör gibi yol gösterir, destekler, anlayışlıdır, asla küçümsemez, mobbing uygulamaz, önemli kararların nedenlerini paylaşır, düzenli aralıklarla keyfimizi sorar, kişisel gelişimimize katkı sağlayacağını hissettirir ve bizi gerektiğinde dürter. Z kuşağı için iyi lider, gücünü emir vererek değil; şeffaflık, samimiyet, güven ve ilhamla ortaya koyan kişidir.

Gençlerden yöneticilerine soru net: “Sen benimle yürüyor musun, yoksa yukarıdan emir mi yağdırıyorsun?” Yönetilmek istemiyoruz; yol gösterilmek, ilham almak, birlikte öğrenmek, birlikte büyümek istiyoruz. Liderlik = Bilmek değil, sormak; yönetmek değil, yön vermek; güç göstermek değil, güç paylaşmak.

Bir Zoom toplantısında “Ben de bilmiyorum, birlikte çözelim” diyebilen bir yönetici, “her şeyi bilen ama kimseyi dinlemeyen” yöneticiden çok daha fazla güven veriyor bize. Artık otorite değil, özgünlük kazanıyor. Yeni nesil liderliği tanımlayan tek bir şey varsa o da şu: Komik gelebilir ama; insan gibi insan olmak.

  • Hatalarını saklamayan ama onlardan öğrenen,
  • Yargılamadan dinleyen,
  • Başarıyı paylaşan ama sorumluluğu da omuzlayan,
  • Hiyerarşiyle değil, samimiyetle güven kazanan liderler öne çıkıyor.

Bu nesil yalakalığı değil, içtenliği ödüllendiriyor. Havalı ama içi boş sunumlar veya vizyon cümleleri, yapmacık samimiyet… hiçbiri işlemiyor. Çünkü artık gençler liderin ne dediğine değil, ne yaptığına; kimin yanında durduğuna, neye ses çıkardığına, kime sahip çıktığına bakıyor. Ve bu liderliği göstermeyenlerin arkasında artık kimse yürümeyecek. Çünkü bu nesil, yürütülmek için değil, beraber yürümek için geliyor.

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş