Hepimiz mutluluğu arıyoruz. O sınavı geçersek, o işe girersek, o zammı alırsak, o müşteriyi kaparsak, o ekibin başına geçersek… işte o zaman mutlu olacağımızı düşünüyoruz. 

Peki, mutluluğu doğru yerde mi arıyoruz? Daha doğrusu mutluluğu, bir şeylerin sonunda aramamız doğru mu?

I.Mutluluk sonuç değil, bir öncül olmalı

Pozitif psikoloji alanında araştırmalar yapan Shawn Achor, mutluluğun formülü zannettiğimiz “daha çok çalışırsam, daha başarılı olurum; daha başarılı olursam işte o zaman mutlu olabilirim” düşüncesinin temelden yanlış olduğunu iddia ediyor. Çünkü buradaki sorun, ne zaman o başarı kriterine ulaşsak beynimizin yeni bir başarı tanımı yapması. Sınavdan geçtim, şimdi daha yüksek not almalıyım; o işe girdim, şimdi daha iyisini bulmalıyım; satış hedefini tutturdum, şimdi bunu da aşmalıyım… Bu şekilde mutluluğu, asla ulaşamayacağımız bir ufuk çizgisine itmiş oluyoruz. 

Çözüm, bu formülü tersine çevirmekte. Yani mutluluğu sona değil, başa koymada. En baştan pozitif yaklaşmada. Çünkü pozitifken vücudumuz dopamin hormonunu salgılıyor. Bu hormon yalnız bizi mutlu etmekle kalmıyor, aynı zamanda dünyaya farklı bir şekilde adapte olmamızı sağlayan beynimizdeki öğrenme merkezlerini de harekete geçiriyor. Pozitiflik seviyemiz yükseldiğinde de beynimiz negatif, nötr ya da stresli olduğu zamankinden çok daha iyi çalışıyor. Kavrama yetimiz gelişiyor, yaratıcılığımız artıyor, enerji seviyemiz yükseliyor. Hatta, pozitif olan beynimiz negatif, nötr ya da stresli haline oranla yüzde 31 daha üretken oluyor.

Örneğin bir çalışmada 272 çalışanın duygu düzeyleri ölçülüyor, daha sonraki 18 ay boyunca da bu insanların iş performansları inceleniyor. Sonuçta, başka etkenler de kontrol edildiğinde, başlangıçta daha mutlu olan insanların daha iyi değerlendirmeler aldıkları, daha yüksek maaşlara ulaştıkları görülüyor. (Shawn Achor, Mutluluk Avantajı).

Bunun gibi daha birçok araştırma da gösteriyor ki satışçılar daha pozitif olduklarında, satışlarında yüzde 37 daha başarılı oluyor. Doktorlar negatif, nötr ya da stresli hallerine göre doğru teşhis koymada pozitifken yüzde 19 daha hızlı ve daha isabetli oluyor. 

Kısaca pozitif olmanın bir yolunu bulabilirsek, beynimiz çok daha başarılı bir şekilde çalışıyor ve daha hızlı ve daha akıllıca kararlar veriyor.

Peki pozitif olmamızın bize iş performansı dışında başka avantajları da var mı?

Mutluluk üzerine yapılan en uzun soluklu araştırmalardan biri de Katolik rahibelerinin eski günlükleri üzerine (Shawn Achor, Mutluluk Avantajı).

Notre Dame Rahibeler Okulu’ndaki, hepsi 1917’den önce doğmuş olan 180 sağlıklı rahibeden kendi düşüncelerini otobiyografik günlükler şeklinde yazmaları isteniyor. Bundan 50 yıl sonra bir grup araştırmacı bu yazıları inceliyor. Rahibelerin 20’li yaşlarındaki olumlu düşünce yapıları acaba hayatlarının geri kalanlarını da etkiliyor olabilir mi? 

Evet, kesinlikle etkiliyor.

  • Daha mutlu içeriğe sahip günlüklerin yazarları diğerlerine oranla neredeyse 10 yıl daha fazla yaşıyor.
  • En mutlu yüzde 25’lik dilim içindeki rahibelerin yüzde 90’ı 85 yaşında hayattaydı.
  • Buna karşılık en az mutlu yüzde 25’lik dilimin ise yalnızca yüzde 34’ü hayattaydı.

Rahibelerin günlüklerindeki önemli nokta, onların bu günlükleri düzenli olarak yazmaları. Yani, mutlu şeyler yazan rahibelerin düzenli olarak pozitif şeyler düşünmeleri. Bu, aslında bizim de hayatımıza çok rahat katabileceğimiz bir alışkanlık. Her gün o güne ait güzel şeyleri düşünüp yazıya dökmek bize de bu pozitif düşünce alışkanlığı kazandıracaktır.

Rahibelerden öğrendik ki düzenli olarak yaptığımız bir pozitif düşünce eylemi, bizi hayatımızın geri kalanında daha mutlu yapıyor. Peki hayatımızın belli bir anındaki bir bakışımız, bir gülümsememiz geri kalan hayatımıza ait bir gösterge olabilir mi? Öncelikle gülümseme, beynimizin iyi hissettiğimizi sanmasına neden oluyor. Bu da vücudumuzun bizi gerçekten mutlu edecek kimyasallar salgılamasını sağlıyor.

Gülümseyi uzmanlar ikiye ayırıyor. İlki “gerçek gülüş” (Guillaume Duchenne tarafından öne sürülen Duchenne gülüşü). Bu gülüşte, ağzın köşeleri yukarı kıvrılıyor ve gözün etrafı kırışıyor. Bu gülümseme esnasında çalışan kasları, gönüllü olarak hareket ettirmek çok zor.

İkincisi de “Pan American gülüşü”(Pan American reklamında oynayan oyuncuların yapmacık gülüşünden dolayı bu isimle anılmıştır). Bu gülüş gerçek değil ve Duchenne’deki hiçbir özelliği taşımıyor.
Mills College'taki son sınıf öğrencileriyle bir araştırma yapılıyor. Yıllık fotoğrafları inceleniyor ve gülümseyenler, Duchenne ya da Pan American gülüşüne göre ayrılıyor. Bu insanlarla 27, 43 ve 52 yaşlarında tekrar görüşülüyor. Onlara evlilikleri ve hayattan ne kadar keyif aldıklarıyla ilgili çeşitli sorular soruluyor. Görülüyor ki;

  • Yıllık fotoğraflarında Duchenne gülüşüne sahip olanlar diğer gruba göre daha uzun süre evli kalıyorlar ve daha mutlu olduklarını belirtiyor (Authentic Happines, Martin Seligman).

İlginç bir şekilde yıllık fotoğrafındaki tek bir gülüşümüz, bizim geri kalan hayatımızla ilgili ne kadar mutlu olabileceğimize dair detaylar verebiliyor. 

II.Mutluluk şimdide

Madem pozitif düşünce bizi daha mutlu daha başarılı yapıyor, o zaman sevmediğimiz bir işle meşgulken de güzel şeyler düşünelim, pozitif olalım diyebilirsiniz. Ama orada durum farklı. Çünkü orada, pozitif düşünceyi bir işin başına değil, sırasına yani sürecin içine koyuyoruz. Bu da tam tersi etki yapıyor.

Mutluluk üzerine araştırmalar yapan Matt Killingsworth“Track Your Happiness” mobil uygulamasıyla, kullanıcılara anlık sinyaller göndererek 15.000 kişiden 650.000 gerçek zamanlı veri topluyor. Kullanıcılar, kendilerine gelen bu anlık bildirimleri o an ne yaptıklarını ne kadar mutlu olduklarını ve ne düşündüklerini (güzel bir şey ya da üzücü bir şey) paylaşarak cevaplıyor. Ortaya ise son derece ilginç sonuçlar çıkıyor.

  • Aklın başka yere gitmesi, hayatımızın bir gerçeği. Ne yaparsak yapalım, hayatımızın yüzde 47’sinde aklımız başka yere gidiyor.
  • Aklımız, en fazla dişimizi fırçalarken en azsa sekste başka yere gidiyor.
  • Aklımızın başka yere gitmediği anlarda çok daha mutluyuz. Herhangi bir an için sahip olabileceğimiz en yüksek mutluluk seviyesine, yani olabileceğimiz en mutlu hale, o an neyle uğraşıyorsak sadece ona odaklanarak ulaşabiliyoruz.
  • Kısaca, kafam yaptığım işte değilse, başka nerede olursa olsun; başka ne düşünürsem düşüneyim daha az mutlu oluyorum. Beni mutlu edeceğini düşündüğüm güzel bir anıyı hatırlamak ya da yaz tatilinin hayalini kurmak bile beni daha mutlu etmiyor.

III.Mutluluk ilişkilerde

Psikoloji üzerine tüm zamanların en uzun süreli araştırması ise bize genel olarak mutluluğun nerede olduğunu söylüyor. Araştırma kapsamında bir grup Harvard öğrencisinin (268 erkek)yaşamları1930’larda üniversiteye girişlerinden günümüze kadar takip ediliyor.

Bu araştırmayla en mutlu ve en başarılı kişilerle, en mutsuz ve en başarısız kişiler arasındaki fark inceleniyor. 2009 yılında bu araştırmayı 40 yıldır yürüten  George Valliant tüm bulguları tek kelimeyle özetliyor: Sevgi, nokta!

70 yıllık veri, diğer insanlarla ilişkilerimizin önemli olduğunu hatta diğer her şeyden daha önemli olduğunu ortaya koymuştur. George Valliant

Bu araştırmayı günümüzde devam ettiren Robert Waldinger ise 3 önemli sonuca dikkat çekiyor.

  • İlki; ailesiyle, arkadaşlarıyla ve çevresiyle ilişkisi iyi olanlar daha mutlu, daha sağlıklı ve daha iyi yaşıyor. Kendini diğer insanlardan soyutlayanlar daha mutsuz oluyor, daha az yaşıyor, daha sağlıksız oluyor ve beyin fonksiyonları da daha önce bozuluyor. Burada önemli olan çevremize ne kadar bağlı olduğumuz değil. Ne kadar çok arkadaşımızın olduğunun da çok önemli bir etkisi yok. Her şey kurduğumuz yakın ilişkinin kalitesiyle ilgili.
  • İkinci sonuç ise şu anki ilişkimizin sonraki dönemlerimize olan etkisiyle ilgili. Araştırma gösteriyor ki 50 yaşındaki birisi, ilişkisinden ne kadar mutluysa, 80 yaşında da o kadar sağlıklı oluyor. İyi ve yakın ilişkiler bizi yaşlanmaktan koruyor. Mutlu çiftler fiziksel bir acı yaşadıklarında o acıyı daha az hissediyor. Mutsuz çiftler ise benzer fiziksel acıda daha çok acı hissediyorlar.
  • Üçüncü sonuç ise iyi ilişkilerin vücudumuzu korumakla yetinmediğiyle ilgili. İyi ilişkiler,beynimizi de koruyor. Bağlılığı kuvvetli ve iyi ilişki sürdüren çiftlerin hafızası da daha iyi oluyor. İlişkilerinden memnun olmayan, birbirine katlanamayan çiftler ise daha erken yaşta hafıza kaybı yaşamaya başlıyor.

Hepimiz hayatımızda mutlu olmak istiyoruz. Ama mutluluğun bir sonuç değil, bir öncül olduğunun farkında değiliz. Araştırmalar gösteriyor ki en başta pozitif yaklaşmak bizi hem daha başarılı hem de daha mutlu yapıyor. 

Herhangi bir an, olabileceğimiz en yüksek mutluluk seviyesine ise o an hangi işle meşgulsek sadece ona odaklanarak erişebiliyoruz.

Hayattaki mutluluğumuzun en önemli ölçütü ise ilişkilerimiz. İnsanlarla olan ilişkilerimiz ömrümüzün geri kalanında bizim ne kadar sağlıklı ve mutlu olacağımızın en önemli ölçütü.

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş