Bize büyüsel düşünmenin ne kadar anlamsız olduğunu hatırlatacak bir dönem varsa o da tam şu an içinde bulunduğumuz dönemdir. Covid-19 pandemisine dair umut vadeden basit çözümlerin sert gerçeklikle karşılaştığında birer birer uçup gidişini o sırada, yaşarken gördük. Virüsün öyle kendiliğinden yok olacağını düşünmek işe yaramadı. Seyahat yasaklarının, sıcak havanın veya hidroksiklorokinin de pek faydası olmadı. Öngörülebilir gelecekte işe yarama ihtimali en yüksek olan çözümler, sosyal mesafeye dikkat etmek ve maske takmak gibi sıkıcı ve maliyetli çözümler olacak. Bu noktada, Covid-19’a karşı galip geldiğimizde unutmamayı umduğumuz büyük bir ders var: Çekici ve basit çözümler, eski ama etkisi kanıtlanmış çözümlerin uygulanmasına engel oluyorsa zararlı olabilir.
Küresel problemler söz konusu olduğunda öne sürülen, bilime dayalı olmayan çözümler (Çevirmen notu: tabiri caizse “kocakarı ilaçları”) Covid-19 ile başlamadı. Pandemiden önce en cezbedici yeni fikir iklim krizi ve eşitsizlik gibi büyük sosyal sorunların kâr elde ederek çözülebileceği yönündeydi. Bize söylenene göre kapitalizm, iş dünyasında yeni bir tip lider için ve bu lider tarafından yeniden ele alınacaktı. Business Roundtable’ın lideri, JP Morgan’ın CEO’su Jamie Dimon ve Blackrock’ın CEO’su Larry Fink kısa süre önce vizyoner, yeni bir işletme teorisi açıkladı. Bu teoriye göre çevreye, toplumlara ve çalışanlara karşı duyarlı hareket etmek net kâr getirecekti. Bu yeni düşünme biçiminde kapitalizm yeniden tanımlanıyordu ve sorunlarımız kısa sürede çözülecekti. Daha sonra pandemi ortaya çıktı ve tüm bu fikirler pandemi karşısında yerle bir oldu. Ve genelde olduğu gibi, amaca duyulan ihtiyaç kâra duyulan ihtiyacın karşısında gücünü koruyamadı. New York Times Nisan ayında, Business Roundtable beyanını imzalayanların “çalışanları ücretsiz izne çıkardığını, hissedarlarına temettü verdiklerini ve çalışanların tehlikeden yeterince korunmadıklarına dair şikayetleri olduğunu” söyledi.
İşletme profesörleri ve kurumsal yöneticiler olarak çalıştığımız 25 yıldan uzun süre boyunca yayınların, sürdürülebilirlik danışmanlarının, yöneticilerin ve akademisyenlerin (bazen de kendimizin) büyülü çözümler sunmasını gözlemledik: Şirketler yoksulluğu çözmek için fakir insanlara ürünler sattıkları devasa, daha önce hiç girilmemiş pazarlara girebilir; iklim değişikliğini çözmek için yalnızca daha verimli araçların kullanımını teşvik etmemiz gereklidir, atıkların eliminasyonu ve kaynak kıtlığını çözmek için kârlı bir şekilde geri dönüşüm yapabilir, her şeyi tekrar kullanabiliriz. Ve geriye kalan sosyal ve çevresel sorunları çözmek içinse yöneticilerin, iyilik yaparak kâr elde edebileceğini fark etmesi yeterlidir.
Bir zamanlar bu tür fikirleri bizi heyecanlandırıyordu. Fakat şimdi kazan-kazan birçok çözümün göklere çıkarıldığına ve bunun ciddi tehlike teşkil ettiğine inanıyoruz. Cımbızla seçilmiş vaka çalışmaları olası çözümler ortaya koyabilir; genel durumun nasıl olduğunu değil. Sosyal amaç odaklılıkla kâr elde eden Patagonia organik pamuk kullanıp ürünlerini geri dönüştürebilir ancak çok az sayıda şirket Patagonia’nın izinden gidebilir. Evet, kurumlar çözümün parçası olmalı, ki çoğu da bunu vadediyor. Ancak kurumlardan yerleşmiş kuralların ötesine geçerek devasa toplumsal sorunları çözmelerini beklemek şu ana dek sosyal stabiliteyi veya çevresel dengeyi sağlamadı, bundan sonra da sağlamayacak. Kurumların yayınladığı sürdürülebilirlik raporlarının sayısı geçtiğimiz 20 yılda katlanarak arttı. Tıpkı atmosferdeki karbondioksit oranı gibi…
Artık bu iyimser hikayeleri bırakmanın ve işin özüne dönmenin vakti geldi. ABD vatandaşları 1970’lerde kirli nehirlerle ve tonlarca çöple karşılaştığında yöneticilerin kapitalizmi yeniden ele almasını beklemedi; çevreyi kirleten maddelere dair regülasyonlar oluşturulmasını talep ettiler. Aktivistler ABD şehirleri sisle kaplandığında kahraman CEO’ların kazan-kazan çözümler yaratmasını beklemedi; emisyon standartları getirilmesini istedi. Love Canal toksik kimyasallarla dolup taştığında vatandaşlar döngüsel ekonomiye geçişi değil tehlikeli kimyasalların kullanımını ve lokasyonunu izleyecek regülasyonları talep etti. Dünya atmosferimize, ozon tabakamıza verilen zararla yüzleştiğinde vatandaşlar ve kanun yapıcılar, şirketlerin “sosyal amaç” beyanları vermelerini istemedi; dünya çapında bir kısıtlama getirilmesi için küresel liderleri müzakere etmeye mecbur bıraktı. Tüm bunların sonucunda nehirlerimiz daha sağlıklı, havamız daha temiz hale geldi ve ozon tabakasında açılan delik kapanmaya başladı.
Umut bir strateji değildir. Eğer küresel pandeminin bize öğreteceği bir şeyler varsa o da bu fikirlere geri dönmemiz gerektiğidir. Bu fikirlere örnek olarak, çok bariz veya sıkıcı olsa da işe yaradığını bildiğimiz, regülasyon ve iyi yönetişim verilebilir. Karbonu vergilendirmek daha önce hiç söylenmemiş yepyeni bir fikir değil ancak yapılan çalışmaların ve yatırımın karbon oranını düşürmek için kullanılmasını sağlayabilir. Finansal olmayan ölçütler için standartlar belirlemeyi ve raporlamayı zorunlu kılmak geçtiğimiz yüzyıldan kalma bir fikir gibi gelse de işe yarar. Nobel ödüllü James Heckman erken çocukluk eğitimine yatırım yapmanın sosyal adaleti iyileştirdiğini ve ekonomik verimliliği artırdığını uzun zaman önce gösterdi. Ancak bunun belirgin maliyetleri söz konusu. Vergileri sevmesek de belki de Heckman’ı dinlemenin zamanı gelmiştir. Diğer küresel sorunlar içinse etkisi kanıtlanmış müdahaleler mevcut ancak bunların sonuca ulaşmasını sağlamak için çaba harcamak ve fedakarlıklar yapmak gerekiyor.
Bu tür garip çözümleri reddedebilir, daha pürüzsüz ve etkileyici olan ancak sığ kalabilen çözümlere yönelebilir veya Thomas Edison’ın gerçek fırsatların (büyüsel düşüncenin aksine) tanınmayacak şekilde karşımıza çıktığını ve zahmetli göründüğü yönündeki uyarısına kulak verebiliriz.