Akıl sağlığı sosyal hayatı olduğu kadar iş hayatını da derinden etkiliyor. Dünya çapında gerçekleştirilen ve 38 kaynaktan oluşan literatür taramasında, çoğunlukla depresyon veya anksiyete olarak görülen akıl sağlığı problemleri, üretkenlik kaybıyla (örneğin devamsızlık ve işte var olamama) ilişkili bulunmuş. Anksiyete ve depresyon gibi en yaygın akıl sağlığı sorunlarının küresel ekonomiye tahmini kaybı ise her yıl 1 trilyon doları buluyor. 1 Üretkenlik kaybının da, bu maliyetin başlıca kaynağı olduğu tahmin ediliyor. (Lancet Psychiatry, 2016)
Uluslararası yönetim danışmanlığı şirketi Deloitte’un geçtiğimiz yıl İngiltere’de 3 bin 599 kişiyle gerçekleştirdiği araştırmaya baktığımızda, çalışanın hasta geçirdiği günlerin yüzde 28'i, akıl sağlığının kötü olmasından kaynaklanmış. 2021’de yapılan bir başka araştırmada ise işten ayrılan veya önündeki 12 ay içinde ayrılmayı planlayan çalışanların yüzde 61'i, sebep olarak kötü akıl sağlığını göstermiş. Yine İngiltere’de bu yıl bin 460 çalışan ile gerçekleştirilen bir araştırmada, çalışanların yüzde 79’u tükenmişliğe yakın hissettiğini belirtmiş. Teknoloji sektöründe bu oran yüzde 82’yi bulmuş.
Bütün bu verilerden de anlaşılacağı üzere, çalışanların akıl sağlığı gittikçe kötüleşerek küresel anlamda bir kriz olma yolunda hızla ilerliyor. Araştırmalar, çalışanların yüzde 84’ünün geçtiğimiz yılda stres ve tükenmişlik gibi sorunlardan depresyon, anksiyete gibi teşhis edilebilir durumlara kadar en az bir akıl sağlığı sorunu yaşadıklarını ortaya koyuyor.
Akıl sağlığının önemini anlayabilmek
Çevrimiçi danışmanlık platformu HiDoctor, Deloitte ile tam da bu tespiti yapmak ve ihtiyaca yanıt verebilmek için geniş kapsamlı bir araştırma gerçekleştirdi. Akıl Sağlığını Destekleyici Kurumsal Uygulamalar, Türkiye’de Farkındalık Seviyesi ve İhtiyaçları adını taşıyan araştırma, dünya çapında yaşanan ve etkisi kritik derecede hissedilmeye devam eden akıl sağlığı krizinin çalışanlara, işverenlere ve kurumların sürdürülebilirliğine olan etkisini net bir şekilde ortaya koydu.
Kendi alanında Türkiye’de yapılan bu en kapsamlı çalışma, iş hayatındaki bireylerin farkındalık ve ihtiyaç seviyelerini tespit ederek, mevcut durumla ilgili ne gibi aksiyonlar alınabileceğine dair yol gösteriyor. Araştırmanın kurumsal hayatta farklı sektörlerde çalışan, mavi – beyaz yaka, kadın - erkek eşit dağılımlı toplam bin kişiyle yapılan saha çalışmasından elde edilen sonuçlar, Türkiye’de işverenlerin henüz çalışanlarının akıl sağlığına yatırım yapmanın faydalarını yeterince içselleştirmediğini gösteriyor.
Psikolojik sağlamlık düzeyi düşük
Oysa, ankete katılan çalışanların verdiği cevaplar incelendiğinde her iki çalışandan birinin psikolojik sağlamlığının düşük olduğu görülüyor. Buna karşılık bugüne kadar psikolojik destek almadığını belirtenlerin oranı yüzde 88 gibi çok yüksek düzeyde çıkmış. Profesyonel yardıma başvuranların oranı ise, sadece yüzde 12’de kalmış.
Ankete cevap veren çalışanların yüzde 79,9’u, zihinsel olarak iyi hissetme halinin iş hayatına olumlu yansıyacağını belirtmiş.
Ayrıca, çalıştığı kurum tarafından psikolojik destek sağlanması durumunda bu desteği değerlendirme oranı yüzde 87,9 gibi kritik derecede yüksek. Özetle, işverenin böyle bir hizmeti sunması hem ihtiyaç hem de çalışan tarafından bekleniyor.
En önemli mesele damgalanma korkusu
Ancak, psikolojik destek almanın önünde iki önemli bariyer var; biri yüksek bütçeli olması diğeriyse damgalanma endişesi. Psikolojik destek ihtiyacının iş yerinde bilinmesi pek çok kişi tarafından damgalanma endişesi hissettiriyor; ardında da çalışma ortamında zayıf halka olarak görülme kaygısı yatıyor.
Oysaki, araştırma sonuçlarına bakıldığında iki kişiden birinin psikolojik sağlamlığının düşük olduğu zaten görülüyor. Hem bu veriyi hem de içinde bulunduğumuz küresel çaptaki akıl sağlığı krizini dikkate aldığımızda damgalama da anlamını kaybediyor. Aslında insanların yaşamın herhangi bir alanında yaşadıkları problemi çözmek için çaba göstermeleri ya da farklı bir bakış açısına ihtiyaç duymaları öz farkındalıklarının ve sorun çözme yetilerinin artmasını gösterir. Dolayısıyla bir iş yerinde psikolojik desteğe ihtiyaç duyan insan sayısının fazlalığı “sorun” değil. Aksine, yüksek bilinç seviyesi sebebiyle olumlu karşılanmalı, teşvik edilmeli.
Ancak, araştırmanın sektörel bazda ve büyük ölçekli kurum temsilcileriyle yapılan derinlemesine görüşmelerini kapsayan ayağında alınan sonuçlar maalesef, iş dünyasında henüz bu farkındalığın yeterince oluşmadığını gösteriyor. Şirket yöneticileri, çalıştıkları iş yerlerinden örnek verirken genellikle çalışanların aile veya kişisel yaşama dair sorunları değil, iş ortamında yaşadıkları sorunları ve bu sorunları nasıl çözdüklerini anlatmakla yetinmiş. Akıl sağlığına yönelik bütüncül yaklaşımdan uzak ve yalnızca iş yeri odaklı sorunları dikkate alan bir yönetim anlayışı, çalışan mutluluğu için yeterli olmaktan uzak kalıyor.
Araştırmayı yaptıran HiDoctor’ın CEO’su Ahmet Bal, “Hem dünyada hem de Türkiye’de kurumların yaptığı örnekleri incelediğimizde, iş yeri odaklı sorun çözme ve çalışma ortamını iyileştirmeye yönelik birbirinden yaratıcı ve kıymetli aksiyonlar görüyoruz. Fakat bugün içinde bulunduğumuz yüzyılın zorlayıcı şartlarına ve araştırmamızın verilerine bakınca artık acilen bunların ötesine geçmenin zamanı geldiğini görüyoruz” diyor. Bu araştırmanın da “çalışan esenliğine dair yapılmayan ne kaldı?” sorusuna yanıt vermek üzere gerçekleştirildiğini kaydeden Bal, şunları söylüyor: “Çıkan sonuçlara baktığımızda, çalışan esenliğine yönelik acil çözüm planlarının devreye alınması gerektiğini görüyoruz. Psikolojik desteği ulaşılabilir kılmak, kişiselleştirilmiş ve mahremiyet unsurunu da gözetecek şekilde bireysel esenliğine destek olmak, duyarlı ve pozitif bir kurum kültürü inşa etmeyi de sağlayacak.”
Mutluluk bilincine yönelik farkındalık geliştirmek
Araştırmadan çıkan bir başka çarpıcı sonuç ise, mutluluk bilincinin şaşırtıcı seviyede düşük olması. Ankete katılanların yaşamda mutlu hissetme net skoru 58 iken, bu kişilere mutluluk ölçeği uygulandığında çıkan net skoru 13,6 olarak ölçülmüş. Hissedilen mutluluk ile ölçümlenen mutluluk arasındaki skor farkı 44,4. Ahmet Bal, “Bunu ciddi anlamda sorgulamak lazım. İnsanlardaki mutluluk bilincinin düşük olduğunu anlıyoruz. Bu da bize her şeyden önce bireylerin öz farkındalığını yükseltmeye yönelik aksiyonlar almamız gerektiğini kanıtlıyor” diyor. Çalışma hayatına bakıldığındaysa araştırma kapsamında en mutsuz kesimlerin sanayi sektörü çalışanları, mavi yakalılar, Z kuşağı ve emekli çalışanlar olduğu görülüyor.
Z kuşağını anlayabilmek kritik
İş hayatında esenlik, küresel çapta özellikle de Z kuşağı için kritik bir gereklilik. Gençlerin, akıl sağlığı konusunda destek veren şirketlerde çalışmayı tercih ettikleri, iş yeri seçerken de bu kriteri göz önünde bulundurdukları da artık aşikâr. Yapılan literatür taramalarında bu durum net olarak görünüyor. Deloitte Tükiye Lideri Hakan Göl, “HiDoctor ile hayata geçirdiğimiz araştırmanın saha ayağında 18-24 yaş grubundaki çalışanların diğer yaş gruplarına göre psikolojik destek almayı düşünme oranının yüksek olduğu gözlemledik. Ayrıca, yöneticilerin Z kuşağını daha iyi anlamak adına psikolojik desteği değerlendirilmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Zira, Z kuşağı yöneticisiyle bir sorununu paylaştığında profesyonel desteğe yönlendirilmek yerine, sohbet ya da tavsiye almak gibi geleneksel yöntemlerle karşılaşıyorlar. Aslında yöneticiler de şirketlerde akıl sağlığını korumak adına alınan aksiyonların yeterli olmadığının farkında. Ancak eğilim, bu alanın iyileştirilmesine yönelik daha büyük adımlar atmaktansa kişisel ilişki yöntemiyle günü kurtarmak yönünde” diyor.
Deloitte’un 44 farklı ülkede yaptığı 2023 Y ve Z Kuşağı Araştırması kapsamında da Z kuşağının neredeyse yarısının (yüzde 46) her zaman veya çoğu zaman stresli olduklarının ortaya çıktığını kaydeden Hakan Göl, bu oranın kadınlar, etnik azınlıklar ve engelliler arasında daha da yüksek olduğunu vurguluyor. Göl, “Bu durumun önüne geçilmezse katlanarak artıp iş hayatının en büyük problemi haline geleceğini öngörüyoruz” diye ekliyor.
“İnsan odaklı” yönetim stratejisi belirleyen kurumlara çözüm üretiyoruz
Ahmet Bal ve Hakan Göl, akıl sağlığını şeffaf bir şekilde ele alan bu araştırmayı yapmak için ellerini taşın altına koyma motivasyonlarını şöyle açıklıyorlar:
“Küresel olarak iklim krizi, doğal afetler, pandemi, finansal kriz ve savaşlar değerlendirildiğinde sosyolojik ve psikolojik açıdan zorlayıcı bir yüzyıldayız. Küresel karmaşanın yüksek olduğu bu ortamda ise bireylerin yalnızlık, anksiyete ve endişe hissetmeye daha meyilli olmaları kaçınılmaz. Depresyon ve anksiyete sebebiyle her yıl 12 milyar iş günü kaybedildiği rapor edilmiş.
Çalışanların zihinsel esenlik seviyesinin yüksek olması iş sonuçlarında ve şirket kültüründe de karşılık buluyor.
Buradan hareketle Türkiye’deki fotoğrafı daha net bir şekilde ortaya koymaya çalıştık. Araştırmada mutluluk bilincinin düşük çıkması, bize özellikle farkındalık anlamında alarm vermek gerektiğini gösteriyor. Kurumlar, çalışanlar nezdinde akıl sağlığına dair farkındalık yaratma, önlem alma ve çözüm yolları üretme konusunda birinci derecede sorumlu aktörler haline gelmiş durumda. Zira, hem toplum hem de iş dünyası kendini iyi hisseden bireyler sayesinde ayakta kalacak. Daha mutlu çalışanlara sahip kurumlarda, iletişim daha kuvvetli, is süreçleri ve çıktıları daha verimli, kuruma bağlılık ve motivasyon kendiliğinden daha yüksek olacak. Pozitif bir kurum kültürü yaratıldığı takdirde çalışan performansı da ciddi anlamda artacak.
Biz de önce bu farkındalığı iş dünyasına kazandırmak, insan odaklı yönetim stratejisi belirleyen kurumların bu sorumlulukta yanlarında durmak için çalışıyoruz.”
1 - World mental health report: transforming mental health for all. Geneva: World Health Organization (2022). www.who.int.
Grafikler "Akıl Sağlığını Destekleyici Kurumsal Uygulamalar, Türkiye Farkındalık Seviyesi ve İhtiyaçlar , HiDoctor & Deloitte 2023" araştırmasından alınmıştır.