Schneider Electric, sürdürülebilirlik ve çevre konusunu yatırımlar, yetenekler ve fırsatlar boyutuyla ele almak üzere iş dünyası, akademi ve STK liderlerini bir araya getirdi. Toplantının moderasyonu HBR Türkiye tarafından gerçekleştirildi. Liderler, döngüsel ekonomiye geçişte Türkiye’de sermaye sıkıntısı yaşandığını kaydetseler de Türkiye start-up ekosisteminin umut vadettiğini belirtiyor ve Türkiye’nin yabancı yatırımcılar için gözde bir pazar olmayı sürdürdüğünü aktarıyorlar.
İklim krizi, devletlerin sürdürülebilirlik alanında getirdikleri yeni düzenlemeler, döngüsel ekonomiye geçiş sancıları, tedarik zincirlerindeki kırılmalarla gelen üretim aksaklıkları, bölgesel çatışmaların tetiklediği enerji kısıtları, küresel ekonomilerde yaşanan enflasyonist ortam… Küresel iş dünyası tüm bu gelişmelerin getirdiği belirsizlikler ve zorluklar karşısında dengeyi sağlamaya, yolundan sapmadan hedeflerine ulaşmaya, özellikle de büyümeyi sürdürmeye çalışıyor. Türkiye ise genç nüfusu, hareketli girişimcilik ve start-up ekosistemi, üretim kapasitesi ve iş evreninin çeşitliliğiyle söz konusu dönüşümün tam merkezinde. Ancak Türk şirketler global rakipleriyle benzer meydan okumalarla karşı karşıya olsalar da ülkenin ekonomik, sosyal ve jeopolitik konumu kendine özgü dinamikleri de beraberinde getiriyor.
Hem sürdürülebilir büyümeyi sağlayabilmek hem de sürdürülebilirlik çabalarının gerektirdiği yatırımları yaparak geleceğe hazırlanabilmek organizasyonlar için önümüzdeki yılların öncelikli hedefleri arasında yer almaya devam edecek gibi görünüyor. Türkiye’nin öncü organizasyonlarının liderleri de bu bağlamda, birbirlerine deneyimlerini aktarabilmek, farklı sektörlerin içgörülerinden yararlanarak adımlarını netleştirmek üzere bir araya gelmeyi önemsiyorlar.
Gelişim ve sürdürülebilirlik arasında köprü kurmak
Bu bağlamda, “Life is On” isimli vizyonuyla, sahip olduğumuz kaynakların en iyi şekilde kullanılmasını teşvik ederek gelişim ve sürdürülebilirlik arasında herkes için köprü kurmayı amaçlayan Schneider Electric, sürdürülebilirlik ve çevre konusunu yatırımlar, meydan okumalar ve fırsatlar boyutuyla ele almak üzere iş dünyası, akademi ve STK liderlerini bir araya getirdi.
Harvard Business Review Türkiye işbirliğinde gerçekleştirilen ve “Global Yatırım İklimi ve İklim Yatırımları” başlığıyla ele alınan toplantının moderasyonunu ise Harvard Business Review Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turan üstlendi.
Schneider Electric Uluslararası Pazarlar Başkan Yardımcısı Manish Pant ve Schneider Electric Türkiye ve Orta Asya Ülke Başkanı Bora Tuncer’in ev sahipliğinde düzenlenen toplantıda, Boğaziçi Ventures Kurucu Ortağı Barış Özistek, CarrefourSA CEO’su Kutay Kartallıoğlu, Coca-Cola Avrasya Ortadoğu Operasyon Birimi Kurumsal İlişkiler, İletişim ve Sürdürülebilirlik Başkan Yardımcısı Sinan Cem Şahin, Comodif CEO’su Serdar Urçar, DHL Express Türkiye CFO’su Özge Bayraktar, March McLennan Türkiye CEO’su Tarık Serpil, Martı Kurucu Ortağı Sena Öktem, Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Yusuf Leblebici, İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma (SKD) Derneği Genel Sekreteri Konca Çalkıvik ve Spencer Stuart Türkiye Ortağı Felix Hafele hazır bulundular.
Yatırım akışı devam edecek
Türkiye’nin geçtiği çalkantılı dönemde, şirketlerin düşünmeleri gereken pek çok şey bulunuyor. Geçmişte ise gerek siyasi gerekse ekonomik pek çok krizi atlatmış olan Türkiye, çalkantılara karşı dayanıklılığını her zaman korumayı başardı. Bugün ülkeye dair ekonomik göstergelere bakmak kimileri için karanlık bir tablo çizse de liderler, Türkiye’nin daima potansiyeli olan bir ülke olduğu konusunda hemfikir. Son araştırmalar gözlendiğinde Türkiye’nin son altı ayda 4,8 milyar dolarlık yabancı yatırım çektiği görülüyor. Kripto pazarına bakıldığındaysa Türkiye’nin dünyadaki ilk sekiz ya da dokuz ülke içinde olduğu dikkat çekiyor. Hızlı dijitalleşme, gençlerin teknolojiye olan ilgisi ve teknoloji odaklı genç girişimler Türkiye için birer avantaj olarak öne çıkıyor. Sürdürülebilirlik tarafında şirketlerin gerçekleştirmek zorunda oldukları dönüşümler de Türkiye için yepyeni fırsatların kapısını aralama konusunda itici güç oluşturuyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’deki yatırım iklimine ilişkin olarak liderlere pozitif bir bakış açısı sağlıyor.
Dünyayla birlikte Türkiye’deki şirketlerin de kapsamlı bir dijitalleşme sürecinden geçtiğine dikkat çeken Schneider Electric Türkiye ve Orta Asya Ülke Başkanı Bora Tuncer, Schneider Electric olarak bu noktada müşterilere yönelik etkin çözümler getirmenin kritik önem taşıdığını düşündüklerini belirtiyor. Şirketin Türkiye’de 160 yıldır faaliyet gösterdiğine vurgu yapan Tuncer, “İstanbul’daki Tünel için otomasyon makinesi sağlayarak ta 1880’li yıllardan itibaren burada çalışmaya başladık. Günümüzdeyse enerji söz konusu olduğunda dünya lideriyiz. Bu bağlamda, gerek çevre gerekse küresel dönüşüm alanında yol haritaları oluşturmak için işbirliklerinin önemine yürekten inanıyoruz. Bugün Türkiye’nin önde gelen liderleriyle bu nedenle bir araya geldik. Farklı içgörülerin paylaşılmasını son derece değerli buluyoruz” diyor.
Schneider Electric Uluslararası Pazarlar Başkan Yardımcısı Manish Pant de “Bugünkü belirsizlik ortamında nasıl ilerleyeceğimizi hep birlikte konuşmak çok önemli” diyerek ekliyor: “Schneider Electric’de ‘Global South’ olarak adlandırdığımız uluslararası operasyonlardan sorumluyum. Bu bölge, dünyadaki gelişen ekonomilerin büyük kısmını temsil ediyor. Burası, bugünkü ekonomik düzen ve jeopolitik konjonktür için çok önemli. Endüstrileşmenin kayda değer kısmı, dünyanın bu tarafında gerçekleşiyor. Genç nüfusun büyük bölümü dünyanın bu tarafında büyüyor. Kısacası bölgenin ekonomik gelişme potansiyeli çok fazla. Diğer yandan dünyada, sürdürülebilirliğe gittikçe daha çok ihtiyaç var. Örneğin bölgenin kapsadığı Afrika, bu anlamda en dipte; Avustralya ise enerji tüketiminin en düşük tarafında. Kentleşme halen düşük seyrediyor ama buralarda büyümeler olacak. Diğer ilginç taraf ise sürdürülebilirlik ve gıda güvenliği konularında bu bölgenin katkılarının yüksek olması. Bu bölgede büyük oranda tarım ve balıkçılığın hakim olduğunu görüyoruz. Bu alanların devamlılığı da önemli. Sürdürülebilirlik için gerekli olan uranyum ya da nükleer gibi kritik metotlar da dünyanın geleceği için gerekli olacak. Tüm bunların ışığında gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akışının devam edeceğini söylemek mümkün. Hükümetlerin bu noktada adımlar atmaları gerekiyor.”
Schneider Electirc olarak Türkiye’nin sunduğu fırsatlara inandıklarını kaydeden Pant, “Orta Doğu’daki değişikliklerden de görüyoruz ki barış, ekonomik büyüme için önemli. Ancak halen Boğaz’ın yukarısında savaş sürüyor. Politik çerçevenin nasıl değişeceğini zaman içinde göreceğiz. Bugün Türkiye’de hiper enflasyondan söz etsek de bu durum başka ülkeler için de geçerli. Bununla baş etmeyi de öğrendik. Her şeye rağmen Türkiye’yi potansiyel açısından aynı spektrumda görüyoruz. Schneider Electric olarak iyi bir yıl geçirdik ve büyümeye devam ediyoruz. İş ortaklarımız ve müşterilerimizden işleri nasıl yönetmemiz gerektiğini öğreniyoruz” diyor.
Sürdürülebilirliğe gitmesi gereken yatırımlar heba olmamalı
Kendi açılarından üç temel unsurun içine bulunduğumuz dönem dolayısıyla kritik önem taşıdığını söyleyen CarrefourSA CEO’su Kutay Kartaloğlu, bu kritik etkenleri gıda güvenliği, hiper enflasyonist ortam ve finansal durum olarak tanımlıyor. Kartaloğlu, “Bize göre geçtiğimiz beş yılda Türkiye perakende sektörünün en önemli konularının başında gıda güvenliği geliyor. Sosyal ayaklanmalar ve savaşların yaşandığı bölge, topluluklar için kritik önemde; zira burası aslında çok önemli bir tahıl merkezi. Düşünsenize, geçtiğimiz yıl insanlar mağazalarımıza ayçiçeği yağı depolamak için koşturdular. Bunlar son derece trajik olaylar. Özellikle Türkiye gibi çatışmaların etrafındaki ekonomiler için gıda güvenliği çok kritik. Bu konuda Türk tarım endüstrisinde neler gerektiğini konuşmak adına sürekli olarak Ankara’yı, bakanlıkları ziyaret ederek görüş alışverişinde bulunuyoruz. Sorun şu ki bu konu uzun soluklu bir çaba gerektiriyor. Bu da özel sektör ve kamuyla birlikte farklı endüstrilerin işbirliğini gerektiriyor. Holistik bir yaklaşımla bu çabaları desteklemek zorundayız” diyor.
Hiper enflasyonun Türk iş dünyası üzerindeki etkilerine de değinen Kartaloğlu, “Ülkemizde insanlar aslında ihtiyaç duymayacakları ürünler için dahi çok yoğun stoklama yapıyor ve sürekli fiyatların yükseleceği beklentisiyle hareket ediyorlar. Bu eğilim kısa dönemli satışlar için iyi olsa da bu, sürdürülebilir bir durum değil. Enflasyon, tüketici davranışlarını ve tedarik zincirlerinin verimliliğini olumsuz etkiliyor. Çalışanlarımız müşteriyle ilgileneceklerine sürekli etiket değiştirmekle meşgul oluyorlar. Geçen yıl sadece etiket değiştirme operasyonlarımız için kayda değer bir para harcamak zorunda kaldık” ifadesini kullanıyor.
Türkiye’nin dünyanın geri kalanına göre yatırım açığı olduğuna da dikkat çeken Kartaloğlu, “Kredi alamamak şirketlerin sürdürülebilirlik gibi önemli projelerini yapmalarını engelliyor. Biz CarrefourSA olarak geçen yıl 100 milyon kwat’lık enerji yatırımı yaptık ama birçok şirket finansal yetersizlikten bunu yapamıyor ve büyük zorluk çekiyor” diyor.
Çevresel riskler Türkiye’de de artıyor
Davos’ta her yıl yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda risk raporları sunan March McLennan’ın Türkiye CEO’su Tarık Serpil ise risklerin arttığı böylesine bir dönemde sürdürülebilirliğin ne kadar önemli olduğuna vurgu yapıyor. “Şirketimiz March olarak 54 yıldır, March Mercer olaraksa 15 yıldır Türkiye’de. Dünyadaki ana risk raporları üzerine uzun yıllardır katkı sunuyoruz. Bu risk unsurları özellikle Covid-19 pandemisinden bu yana sürekli yükseliyor” ifadesini kullanan Serpil, “Bugün Türkiye’de de riskin önem taşıdığını, medyanın bu konuda yaptığı yayınları görüyoruz. Zira okurun bu konuya ciddi ilgisi var. Bugün burada bulunan şirketler ve benzer organizasyonlarla risk konusunda hemen her gün konuşuyoruz” diyor ve devam ediyor: “İş dünyasında iklim krizi, sürdürülebilirlik ve ESG konularına ilişkin risklere büyük ilgi var. Bugün şirketlerin sürdürülebilirlik ve gelecek riskler hakkında daha dikkatli düşündüklerini gözlemliyoruz. Aynı endişeler Türkiye için de geçerli. Küresel raporlara baktığımızda önümüzdeki 10 yıl için iklim krizi özelinde enflasyon, toplumsal ayaklanmalar gibi konularda endişelerin arttığını görüyoruz. Risklerin önemli bir bölümü iklim krizinin çevresel etkileri üzerine. Bu yönde atılacak adımlar Türkiye’de faaliyet gösteren şirketleri yakından ilgilendiriyor zira bu konularda çözüm geliştirilmesi gerekiyor.”
Coca-Cola’nın dünyada 137, Türkiye’de 58 yıldır aktif olduğuna dikkat çeken Coca-Cola Avrasya Ortadoğu Operasyon Birimi Kurumsal İlişkiler, İletişim ve Sürdürülebilirlik Başkan Yardımcısı Sinan Cem Şahin, sürdürülebilirliğin Coca-Cola’nın “daha iyi paylaşılan bir gelecek yaratma” misyonunun temelini oluşturduğunu, bu nedenle oldukça önemli olduğunu vurguluyor. Şahin, konuya ilişkin olarak şunları söylüyor: “Sorumlu olduğum Avrasya ve Orta Doğu bölgesinde, çok çeşitli ve dinamik topluluklar içinde faaliyet gösteriyoruz. Bu da bizi insanların yaşamları üzerinde olumlu etki bırakacak, ölçülebilir ve sürekliliği olan projeler geliştirmek için ayrıca teşvik ediyor. Birlikten kuvvet doğacağına olan inancımızla, faydanın ve erişimin artırılması amacıyla iş birliklerine değer veriyor; bu doğrultuda kamu, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler ile çalışıyoruz. Bölgemizdeki 25 ülkede, su kaynaklarının korunması ve geri kazanımı, atıksız bir dünya ve toplumların güçlenmesine yönelik dikkat çeken ve başarılı sonuçlar elde eden projeler sürdürüyoruz. Türkiye ise sürdürülebilirlik alanında global sistemde örnek gösterilen projelere imza atan bir ülke olarak öne çıkıyor.”
İklim krizi ve çevresel risklere vurgu yaparak bu yılın başında yaşanan deprem felaketine dikkat çeken Şahin, “Bu sarsıcı felaketin ardından hızlı ve sistematik yardım çalışmaları yürüttük. Halen bölgeye uzun dönemde destek olacak projeler üretmeye devam ediyoruz. Dört farklı şehirde, çiftçilerimizin tarımda dijital yöntemlerle ilgili bilgi ve kullanımlarının geliştirilmesiyle verimlilik artışı sağlanmasını hedefleyen su geri kazanımı projeleri yürütüyoruz. Sekiz senedir aralıksız devam eden ve şimdiye kadar 450 binden fazla kadına ulaşan Kız Kardeşim projesiyle ise bu yıl 18-25 yaş arası 50 bin genç kadına destek vermeyi hedefliyoruz. Daha iyi bir ortak geleceği şekillendirmek ve faaliyet gösterdiğimiz ülkelerde topluluklarımıza kalıcı ve olumlu bir miras bırakmak için çalışmayı sürdüreceğiz” diyor.
Schneider Electric’in SKD Türkiye Derneği’nin önemli bir üyesi olduğunu, Coca-Cola, CarfourSA gibi paydaşların da sürdürülebilirlik konusundaki çabalarını görmenin memnuniyet verici olduğunu kaydeden İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma (SKD) Derneği Genel Sekreteri Konca Çalkıvik, iklim krizi ve etkilerinin yoğun yaşandığı bu dönemde şirketlerin kaygılarını anlamak gerektiğini belirtiyor.
“Şirketlere günlük iş pratiklerinin yanı sıra aynı zamanda farklı araçlar sağlamak zorundayız” diyen Çalkıvik, “Türkiye’de ekstrem hava durumları yaşanıyor ve bu durumun sürekli yükseldiğini görüyoruz. İklim krizini düşünmemek iş dünyası için büyük bir risk” diyor.
Eyleme geçecek kadar cesur muyuz?
Türkiye’nin pek çok uluslararası yasayla bağlı olduğunu ve 2053 yılı net sıfır hedefi olduğunu kaydeden Çalkıvik şunları söylüyor: “Böyle bir hedefimiz var ama geçtiğimiz yıl bu hedef revize oldu. Karbon emisyonlarımızı 2020 seviyesine çekerek 2034’te hedeflerimize ulaşacağız dedik. Bu hedefe ulaşmak için zaman ve alanımız çok dar. İş dünyasının burada büyük rolü olduğunu unutmamalıyız; aksi takdirde hedeflere ulaşmamız mümkün olmaz. Geleceğe yatırım için küresel ekonomiyle hizalanmanız lazım. Küresel ekonominin dinamikleri de bizi buna zorluyor. Bugün ESG değerlerini takip etmiyorsanız bankadan borç dahi almanız mümkün olmaz. Biz de bu nedenle SKD Türkiye olarak paydaşlarımızla birlikte stratejimizi geliştirdik. Dünyadaki eşitsizliklere baktığımızda iş yapış biçimlerimizi değiştirmezsek sürdürülebilir bir büyüme yaratamayacağımızı görüyoruz. Türkiye’nin bu konuda bir an önce aksiyon alması ve net sıfır hedefleri çerçevesinde eylem planını uygulaması gerekiyor.”
Çalkıvik, söz konusu eylem planını uygulamanın düşük karbon modeli gibi bazı yolları olduğuna dikkat çekiyor ve devlet liderliğinin önemini vurguluyor. Çalkıvik, sözlerine şöyle devam ediyor: “Yeşil ekonomiyle ilgili uzun zamandır konuşuyoruz. Beş yıllık uzun vadeli bir plan var. Ayrıca önümüzdeki aylarda orta vadeli ekonomik bir planın açıklanmasını bekliyoruz. Döngüsel ekonomiyi odağa almamız son derece önemli. Yeşil dönüşüm için bugün herhangi bir ürün üretiyorsanız artık kaynaklarınızı gözden geçirmek zorundasınız. Bu nedenle bugün aramızda Martı gibi paylaşım ekonomisine odaklanan şirketlerin olması çok değerli. Biz iş konseyi olarak Çevre Bakanlığı ile yakın temastayız ve aldığımız AB fonuyla döngüsel ekonomi eylem planı için çalışıyoruz. Bugün Türkiye olarak biz de bu konsorsiyumun parçasıyız ve yol haritasını hazırlıyoruz. Tüm yatırımların döngüsel ekonomi yaklaşımıyla yapılması gerektiğine inanıyoruz. Eşitsizlik tüm dünyada artıyor. Türkiye olarak da her yıl bu konuda geriye gidiyoruz. Ne yazık ki 163 ülke arasında bu konuda 74’üncüyüz. Hepimiz ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Ama esas soru şu: Eyleme geçecek kadar cesur muyuz?”
Yatırımın diğer bir boyutu: Yetenekler
Fikir paylaşımında bulunan liderler, iklim krizinin getirdiği risklere değinirken iş dünyasının içinde bulunduğu paradigma değişiminin özellikle yetenekler boyutunda yeni yatırımlar gerektirdiğine de vurgu yapıyorlar. Döngüsel ekonomi ve sürdürülebilirlik hedeflerini iyi anlayan, bu alanda destek sunabilecek insan kaynağına ciddi bir ihtiyaç olduğunu bildiklerini ifade eden Sabancı Üniversitesi Rektörü Prof. Yusuf Leblebici, gençlerin iş dünyasından beklentilerinin değiştiğini, eğitimin de bu beklentileri karşılayacak biçimde şekillendiğini söylüyor: “Bugün dünyadaki üniversitelerde dört önemli dinamik görüyoruz. Biri enerji sektörünün yükselişi, diğeri iklim bilimleri, buna bağlı olarak gıda güvenliği konuları ve dijitalleşme. Bizler, üniversiteler olarak gençleri eğitmekle sorumluyuz. Bugün Türkiye’de büyüklü küçüklü 200’den fazla üniversite bulunuyor ve hemen hepsi aynı zorluklarla karşı karşıya. Saydığım bu alanlardaki uzmanların sayılarını artırmamız, bu uzmanların da yeni nesilleri eğitmeleri gerekiyor. Bu yeteneklerin konulara holistik bakmaları ve disiplinler arası çalışmaları şart. Artık sadece bilgisayar mühendisliği diploması işe yaramıyor; mezunlarımızın belki enerjiyi bildiği kadar ekonomiden de anlamaları gerekiyor. Tüketicilerin ihtiyaçlarını anlamak için belki biraz psikoloji de bilmeleri lazım. Kısacası, artık tek bir alanda uzmanlık yetmiyor. Geçişken alanlarda çalışacak entegratör yeteneklere ihtiyaç var. Yetenekler arasında yatay gelişme son derece önemli.”
Sabancı Üniversitesi olarak belli zorlukları farklı merkezlerle adreslemeye çalıştıklarından söz eden Leblebici, “Örneğin enerji merkezimizin lideri Fatih Gürol ile enerji pazarındaki resme bakarak hem Türkiye hem dünyadaki durumlara ilişkin çıkarımlar yapıyoruz. Bu çalışmaları iklim değişikliği ve gıda üretimiyle karşılaştırıyoruz. İstanbul Politikalar Merkezi’mizde siyaset bilimci Fuat Keyman benzer çalışmalar gerçekleştiriyor. Her yıl yaklaşık 300 mezun veriyor, yılda en fazla sayıda bilgisayar mühendisini mezun ediyoruz. Genç nesil makine öğrenmesi için hem hazır hem de bilgisiyle dopdolu. Bu alanda pek çok gelişme olmasını beklediğimizden önemli başlıklar olduğunu düşünüyoruz. Her yıl Dünya Ekonomik Forumu’nda açıklanan istihdam raporu bu konuda ülkemizin potansiyelini de gösteriyor. 45 ülke arasında Türkiye ilginç bir yere sahip. Büyük veri, nesnelerin interneti ve makine öğrenmesi gibi yeni teknolojiler alanında diğer ülkelere göre daha yüksek potansiyele sahibiz. Biz de eğitimlerimizi şekillendirirken bu bağlantıları kurmaya çalışıyoruz” diyor.
Değişim yönetimini bilen liderlere ihtiyaç var
Spencer Stuart Türkiye Ortağı Felix Hafele, Spencer Stuart olarak sınırlar arası çalıştıklarını, özellikle endüstri ve enerji odağında şirketlerin liderlik ekipleri kurmalarına yardım ettiklerini belirtiyor. “Öncelikle hepimizin bildiği yorumlarla başlayayım: Bu ülke yabancı yatırımcılar için çok çekici” diyen Hafele, şunları söylüyor: “20 yıldır Türkiye’de olan bir yabancı olarak hem içeriden hem de dışarıdan gözlem yapabildim. Burada bulunduğum ilk 10 yılda dışarıdaki yetenekler Türkiye’ye geldiler. İkinci 10 yılda yatırımlar yavaşladı. Yetenekler ters yönde hareket etti ve insanlar gitmeye başladılar. Çalışanları elde tutma konusu elbette her şirket için büyük bir zorluk; İK için büyük bir meydan okuma. Bu hemen hemen her endüstride böyle. Ancak fonksiyonlardaki dijitalleşmeye bakıldığında Türkiye yeni yetenekler yetiştiriyor ve diğer pazarlar da bunun farkına varmaya başladılar. Özellikle dijital tarafta çalışanlardan oluşan bir havuz oluştu. Bu da İK departmanları için önemli bir risk.”
Yetenekler tarafındaki diğer bir konunun ise liderlerden beklentilerin değişmesi olduğunu kaydeden Hafele, “Bugün değişim yönetimini bilen, C-seviye liderlere ihtiyaç var. Kapasite tarafında ise yeteneklere baktığımızda üç unsurun öne çıktığını görüyoruz. İlki, farklı alanlarda işbirliği sağlayabilen yöneticiler. Kendi bölümünüzü yönetmek kolay ama artık bu yeterli değil. Hedefler çok katmanlı artık, diğer bölümlerdeki insanları da etkileyebilmelisiniz. Kurumsal etkileyicilik çekici hale geliyor. İkinci konu stratejik düşünme ve eyleme geçme becerisi. Düşünmek tamam ama nasıl harekete geçiyorsun? Bu beceri çok kritik. Yöneticiler kompleks ortamları okuyabilecek yeteneğe sahip olmalılar. Üçüncü beceri ise diğerleriyle beraber, yetenekleri ve insanları yönetebilme yeteneği. Bu her yöneticinin en tepedeki KPI’ı olmalı. Örneğin bu yönetici başka bir role geçtiğinde ekibine ne olacak? Bunlar önemli sorular” diyor ve ekliyor: “Bu adımlara ek olarak tüm profesyonellerin öğrenme kapasitesine ihtiyaçları olduğunu görüyoruz. Yöneticiler, çalışanlar artık öğrenmeye açık olmalılar. Her fonksiyonda öğrenme çevikliğine sahip olmak önümüzdeki dönemde son derece kritik.”
Türkiye start-up ekosistemi umut veriyor
Katılımcılar toplantı sırasında iklim krizini adresleyen yatırımların yanı sıra genel yatırım iklimini de masaya yatırdılar. Bu noktada teknoloji yatırımları şirketlerin ajandasındaki önemli bir gündem maddesi olarak kendini gösteriyor.
Boğaziçi Ventures Kurucu Ortağı Barış Özistek, yatırım firmalarının teknoloji odaklı girişimleri odağına aldığını ve Türkiye’nin dünyanın en umut vadeden start-up ekosistemlerinden birine sahip olduğunu belirtiyor. “Geçtiğimiz 20 yılda yatırım noktasında yukarı ve aşağı günler gördük ama son 7-8 senede bu alana akan birçok yetenek oldu” diyen Özistek, şunları söylüyor: “Oyun, fintech, perakende gibi alanlar öncelikli olsa da tüm sektörlere yönelik start-up’ların yükseldiğini görüyoruz. İnsanlar Türkiye dışına çıkmak istiyor ve geleneksel işlerini bırakarak startup’lara yöneliyor. Artık bir banka ya da inşaat şirketi için değil de teknoloji şirketi için çalışmak istiyorlar. Bu nedenle geleneksel endüstriler daha çok yetenek problemi yaşıyorlar. Ayrıca erken aşama da olsa gelişmiş de olsa her seviyedeki şirket için büyük finansal sorunlar olduğunu görüyoruz. Boğaziçi Ventures olarak dünyadaki birçok yatırım fonuna bağlı olduğumuzdan bu sorunun küresel bir sorun olduğunu gözlemliyoruz. Ne yazık ki Türkiye’de başka sorunlarımız da olduğundan bu durum yatırımı zorlaştırıyor. Ülkemizde çok iyi fonlar olmasına karşın doğrudan kaynak bulmakta güçlük çekiyoruz. Oysa ortada büyük hacim var ve durum gerçekte göründüğü kadar kötü değil. Ancak Türkiye’ye ilişkin küresel raporların da gerçekleri yansıtmadığını fark ediyoruz. Geçtiğimiz aylarda TÜSİAD ile birlikte Türkiye’nin bu konudaki gerçek verilerine ilişkin bir rapor üzerinde çalışmaya başladık. Yerel iş ortaklarımızla gerçekleştirdiğimiz bu çalışmanın gerçek yatırım iklimini analiz etmekte son derece önemli olduğuna inanıyoruz.”
Şirketler toplumu fonlayabilir
Politik ve ekonomik belirsizliklerin, sermaye eksikliğinin küresel bir sorun olduğuna dikkat çeken Comodif CEO’su Serdar Urçar da mega trendlerin dijitalleşme ve sürdürülebilirlik olduğunu söylüyor. “Dijitalleşme olmazsa sürdürülebilirlik de olmaz” diyen Uçan, gerek politik gerekse ekonomik boyutta güvenlik konusunun önemini belirtiyor. “Türkiye olarak ordumuz ve savunma gücümüz sayesinde güvendeyiz. Türkiye bu şekilde bu sıkıntılarla baş edebiliyor” diyerek şunları söylüyor: “Yönetim kurulu üyesi olarak Tübisad bünyesinde de göre yapıyorum ve bu kapsamda ülkemizdeki yasa yapıcılar ve ekonomik liderlerle bir araya geliyorum. Bizler kendilerinden Türkiye’yi bir yüksek teknoloji ülkesi yapmalarını istiyoruz. Eğer imalat ve ihracatta bu hedefi gerçekleştiremezsek çalkantılar devam edecektir. Öncelikle dijital olarak geleneksel şirketleri ve KOBİ’leri dönüştürmemiz gerekiyor.”
Bu önerilere ek olarak dijital doğan şirketlerin desteklenerek küreselleşmelerine yardımcı olmak gerektiğine vurgu yapan Urçar, “Getir gibi Insider gibi şirketlerimizin çoğalmaları gerekiyor” diyor. Toplantı vesilesiyle diğer şirketlere de çağrıda bulunan Urçar, “İnoasyon ve yüksek teknoloji şirketi olmak için de şirketlere yatırım yapılmalı ama aynı zamanda Felix’in de dediği gibi yüksek nitelikli insan gücüne de yatırım yapmalıyız. Bazı işler için insanları dönüştürmemiz lazım; hatta ülkemizdeki göçmenleri de işe dahil etmeliyiz. Şirketler eğitim inisiyatifleri başlatabilirler. Madem kaynak sıkıntısı yaşanıyor o halde büyük şirketler fon sağlayabilirler. Bu fonlama, toplum için yapılabilir. Bir şirket yalnızca Türkiye’de faaliyet gösteriyorsa kazanacakları çok sınırlı. Bu nedenle özellikle global bacağı olan şirketlerin ekosistemlerini küresel arenaya çıkarmaları önem taşıyor. Bu adım, Türkiye için büyük değer yaratır” diyor.
DHL Express Türkiye CFO’su Özge Bayraktar ise pazarda halen pandemi sonrası olumsuz etkilerin görüldüğünü, deprem, seçimler ve devalüasyon gibi zorlukların da şirketleri etkilediğini kaydediyor. Bugün çalışanların motivasyonlarını sağlamak ve yetenekleri elde tutmak adına finansal ya da finansal olmayan yöntemler kullandıklarını aktaran Bayraktar, “Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz birleşme ile güçlü nakit durumumuzu koruyarak bu adımları atabiliyoruz. Bunun şimdi farklı sinerjiler yaratmasını bekliyoruz. Bunun dışında grubumuz dijitalleşme ve sürdürülebilirliğe yatırım yapıyor” diyor. Özellikle sürdürülebilirlik konusunda önemli vaatleri olduğundan dem vuran Bayraktar, şunları kaydediyor: “Hedefimiz araçlarımızın yüzde 60’ını elektrikli hale getirmek. Türkiye’de de aynı yatırımları yapacağız. Bu iş için 7 milyar Euro harcayacağız. Birleşmenin yanı sıra her birimimizde yatırım devam ediyor. İki sene önce İstanbul havaalanı Gateway yatırımını yapmıştık. Kısa süre içinde Anadolu’da, Denizli tarafında bir açılış yapacağız. Önümüzdeki dönemde Sabiha Gökçen Havalimanı’nda da benzer yatırımlar göreceksiniz. DHL Express olarak Türkiye’de büyük potansiyel görüyoruz. Express birimi dışında tüm DHL’in bakış açısı aynı.”
Geçtiğimiz Temmuz ayında New York Borsası’nda halka arz olan Martı’nın Kurucu Ortağı Sena Öktem ise henüz 4 buçuk yaşında bir şirket olarak böyle bir seviyeye çıkmış olmaktan gurur duyduklarını ifade ediyor. Martı’dan önce benzer bir hamleyi Turkcell’in yaptığını ancak Martı’nın ölçek olarak Turkcell’den çok daha küçük olduğunu hatırlatan Öktem, “Türkiye’deki sermaye yapısı beklediğimiz gibi olmadığından bu hamleyi NYSE’de yapmaya karar verdik. Değerleme ise 30 trilyon dolardı. Bu bizi çok mutlu etti” diyor. Martı’nın bu başarısında yapısı gereği sürdürülebilirliğe bağlı bir firma olması olduğunu söyleyen Öktem, “Martı paylaşım temelli ulaşım çözümleri sağlıyor. Bu pazara girerken elektrikli scooter’ları ‘en ucuz’ iddiasıyla başlatmıştık. Bu da önemli bir sermaye gerektiriyordu. Kısa süre önce Tag adını verdiğimiz paylaşım servisimizi başlattık. Bizler paylaşım ekonomisine gönülden bağlıyız. Önümüzdeki 10 ya da 20 yılda tüm motorlu araçların elektrikli olacağına ve her aracın paylaşılacağına inanıyoruz. Bu nedenle çok heyecanlıyız” diyor. Beyin göçünün giderek arttığına da dikkat çeken Öktem, “Martı olarak bu konuda yapmak istediğimiz çok şey var. Biz bu ülkede kalmak ve farklı dikeylere girmek istiyoruz. Aslında daha dokunulmamış potansiyeller olduğuna inanıyoruz. Yatırım yapacağımız yeni alanlar da yepyeni istihdam alanları sağlayacak” diye devam ediyor.
Toplantıya katılan liderler dünyadaki sermaye azlığına dikkat çekerken, hükümetlerin şirketlerin sürdürülebilirlik yatırımları için ödül sistemleri geliştirmeleri gerektiği konusunda hemfikirler. Türkiye iş dünyası için AB Yeşil Mutabakatı’nın önem taşıdığı belirtilirken, buradan çıkacak yaptırımların kısa sürede uygulanmaya başlanacağı da ifade ediliyor.
Yetenek yönetimi söz konusu olduğunda yaşlı kuşağın sürdürülebilirlik konusunda eğitilmesi gerektiğine vurgu yapan liderler, genç yeteneklerin yurt dışına gitmelerinin tamamen bir kayıp olmadığını, zira bu kişilerin nereye giderlerse gitsinler Türkiye’ye bilgi aktarımını devam ettirdiklerini söylüyor. Hindistan örneğine atıfta bulunularak bu durumun fırsata çevrilebileceği kaydediliyor.