Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar

“Dijital ekonominin vergilendirilmesi için adım atılmalı”

31 Mayıs 2023, Çarşamba

 

İstanbul Kültür Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapan ve hem İstanbul hem de Berlin barolarının üyesi olan Prof. Dr. Funda Başaran Yavaşlar, ülkemiz vergi sisteminde reform yapılması gerektiğine dikkat çekiyor. Kısa süre önce yürürlüğe giren dijital hizmet vergisinin yerinde bir adım olduğunu ancak yeterli olmadığını vurgulayan Yavaşlar, “Şu an yasalarımız ancak Türkiye’de ofis gibi fiziki varlığı bulunan şirketleri vergilendirebiliyor. Yalnızca dijital olarak çalışan şirketlerin vergilendirilmesi için de adım atmak gerekiyor” diyor.

Funda hanım, vergi sisteminden şikayet, iş dünyasının yanı sıra vatandaşların da sürekli dile getirdiği bir konu. Sizce Türkiye’deki vergi sisteminin temel sorunları neler? Bu sorunlar önce toplumun sonra da ekonominin bütününü ne yönde etkiliyor?

Buradaki temel sorun anayasal ilkelerden uzaklaşılmış olmasıdır. Aslında anayasamıza baktığınızda bütün modern hukuk devletlerinde olan ilkelerin bizde de düzenlenmiş olduğunu görürüz. Ancak uygulamada sıkıntılar var. Yasalarımızda da büyük oranda sorunlar bulunuyor; bu yüzden bütün vergi kanunlarını önümüze koyarak anayasa ilkelerine uygun bir şekilde vergi mevzuatını yenilemek gerektiğini düşünüyorum. Türkiye Kıta Avrupası sistemine bağlı bir ülkedir ve bu sistemin en önemli özelliği yazılı hukuk sistemine sahip olmasıdır. Yasalara ait alt mevzuatların uygulanması söz konusu olduğunda mevzuattan sapmalar meydana geldiğini görüyoruz. Oysa bütün mevzuatın anayasaya uygun bir şekilde yorumlanması gerekir.

Anayasa Mahkemesi’nin belli noktalarda, özellikle de bireysel başvurularda çok daha iyi bir koruma sağladığını görüyoruz. Ancak ülkemizdeki norm denetiminde geçmişten bu yana etkili bir koruma sağlanamıyor. Bu durum da adaletsiz bir vergi dağılımına yol açıyor. Bugün dolaylı vergilerde bir ağırlık olduğunu görüyoruz. Bunun anlamı, tüketicilerin o yükü karşılıyor olmasıdır çünkü dolaylı vergiler yansıtılabilen vergilerdir. Tüketici, verginin yasal mükellefi olmasa da vergiyi öder. Zira bir yansıtma mekanizması yoluyla yasal mükellefin onu kendinden arındırmasına izin verilmektedir.

Bunun dışında doğrudan vergiler bakımından da ciddi sorunlar olduğunu görüyoruz. Özellikle gelir vergisinde indirilebilecek giderler bakımından, zorunlu yaşam giderlerinin dikkate alınmaması açısından, servet vergilerinde servetin değerini dikkate almayan, buna karşılık birtakım göstermelik ölçütleri esas alan uygulamalar bulunuyor.

Vergi kaçağı konusu ülkemizde daima tartışılır. Sizce bu konu toplumsal mı yoksa sistemsel bir sorun mudur? Bu durumu etik açıdan nasıl değerlendirmeliyiz?

Öncelikle vergi kaçırılması tamamen denetimle ilgilidir. Bu durum sadece ülkemizde görülmüyor, örneğin İtalya’da da mevcuttur. Yani eğer denetim sıkılaştırılırsa, yasalar anayasaya uygun bir şekilde uygulanırsa, mükellef yakalanacağını bilir ve yakalandığında ciddi bir şekilde üstüne gelineceğini öğrenirse herkes bu kurallara uygun davranır.

Bu noktada en büyük sorunlardan biri aflardır. Bunların bir an önce kaldırılması gerekiyor. Aslında af durumu, çok uç durumlarda, pandemi veya savaş gibi koşullar nedeniyle olur. Çok kısa süre öncesinde bir pandemi yaşadık ve örneğin, Avrupa’daki ülkelerin pandemiye rağmen vergi affı çıkarmadıklarına şahit olduk. Bunun yerine, mükellefi rahatlatıcı başka birtakım imkanlar sundular. Ayrıca, vergi affı sadece belli bir kesime değil, toplumun tamamına yönelik olmalıdır; aksi halde adaletsizlik ortaya çıkar. Ülkemizde vergi aflarına bakıldığında hep belli bir kesimin esas aldığını görüyoruz. Aftan yararlanan kesim ise bu duruma rağmen şikayetçidir çünkü affı matrah artırımına bağlamaktadır.

Sizce Türkiye için en verimli vergi sistemi ne olabilir? Burada nasıl bir reform uygulanmalı?

Eğer yurtdışından bir model arıyorsak kesinlikle İskandinav ülkelerine bakabiliriz. İskandinav ülkelerinde doğrudan vergilerin ağırlığının çok yüksek olduğunu görüyoruz. Bu ülkeler bunu yapıyor olmalarına rağmen müthiş bir vergi geliri elde ediyorlar. Elde edilen vergilerin doğru bir şekilde kullanılmasıyla da refah seviyesi son derece yüksek oluyor. Almanya hukuk devleti ilkesini düzgün bir şekilde uygulaması bakımından son derece iyi bir örnektir. Yani, ilkeler bazında bakıldığında Almanya bize uygun bir örnek teşkil edebilir. Bu yüzden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üzerinde Alman bilim insanlarının ve yargısının etkisi büyüktür. Bizler ilkeleri doğru bir şekilde anlayıp uygularsak yeterli olacaktır.

Vergiyle birlikte etkin incelemelerin yapılması noktasında Türkiye’nin teknolojik altyapısı nasıldır? Bu altyapılar etkin denetleme için sizce yeterli mi? Eğer değilse, burada ne gibi değişim ve dönüşümler yapılabilir?

Yine Almanya örneğine baktığımızda özellikle de pandemiyle beraber dijitalleşmenin değerinin çok iyi anlaşıldığını ve halen önem taşıdığını görüyoruz. Ancak doğrusu dijitalleşme konusunda Almanya bizden daha geridedir çünkü geçmişteki Yahudi soykırımı gibi durumlar sebebiyle kişisel verilerin korunması konusunda büyük hassasiyet gösteriyorlar.

Türkiye dijitalleşmede her geçen gün daha da ilerliyor ancak kişisel verilere anayasaya uygun bir biçimde davranılmıyor. Vergi İdaresi inanılmaz bir veri toplayıcısı konumunda. Vatandaşların neredeyse finansal her hareketini görmektedir. Bu noktada vergi idaresinin üçüncü kişi ve kurumlarla yapmış olduğu protokolleri topluma açıklaması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de bu konuyla ilgili acilen aksiyona geçilmesi gerekiyor ama mükellefler bunun bilincinde olmadıklarından bir adım atılamıyor.

Vatandaşlar ya da mükelleflerde vergi bilincini yaratmak için neler yapılabilir?

Medya yeterince konuya dahil olmazsa vatandaş da bunun bilincinde olamaz. Artık çocuklara ilkokulda dahi vergi bilinci aşılanmaya çalışılıyor ancak ben bunun çok iyi bir şekilde yapıldığını zannetmiyorum. Vergiyle her zaman kamu harcamalarını ve refahı birlikte düşünmek gerekiyor. Vergi, devletin bize hizmet vermesi için toplanıyor; eğer bu paralar düzgün bir şekilde kullanılıyorsa refahın son derece yüksek olması beklenir. Maliyede kamusal seçim adı verilen bir teori vardır. Yani, paranın nereye harcanacağı konusunda iktidarın takdir yetkisine sahip olduğu kabul edilir. Bu takdir yetkisinin de aslında refahı maksimize edecek düzeyde kullanılması gerekir. Kamu harcamalarının da vergiyle birlikte çok iyi bir şekilde denetlenmesi gerekir ki bilinç düzeyi yükselebilsin. Bence bu konu sürekli olarak medya önünde tartışılırsa hem bilinç hem de refah düzeyi artırılabilir. Sosyal medyanın gücünü de inkâr etmemek gerekiyor.

Vergi tabanının genişlemesi noktasında neler yapılabilir?

Vergi tabanının genişletilmesi daha fazla mükellefi işin içine katmak demektir. Yani, daha önce vergilendirilmemiş birtakım alanların artık vergilendirilmeye başlanmasıdır. Aynı şekilde, daha önceden vergi dışında kalmış kimselerin de bu kapsama dahil edilmesidir. Türkiye’ye baktığımızda mesela genel servet vergisi sayesinde vergi tabanı genişletilebilir. Çünkü zaten gelir üzerinden alınan vergilerde ve dolaylı vergilerde son derece geniştir. Hatta artık dolaylı vergilerde neredeyse verginin vergisi alınır hale gelindi. Kurumlar vergisinde de zaten kurumların bütün kazançları kapsam içine alınıyor. Fakat orada gelir vergisi kanununa bir atıf var. Gelir vergisi kanununa baktığımızda kaynak ve net artış olmak üzere iki çeşit teori görürüz. Bizim sistemimizde kaynak teorisi ağırlıklı karma bir teorinin kabul edildiği farz ediliyor. Ancak üretim sürecine girmiş olan artı gelirin vergilendirilmesinin kabul edildiği anlamına gelir.

Örneğin, bir gayrimenkul satın aldınız ve bunu kısa bir süre sonra sattınız. Burada bir gelir elde etmenize rağmen kaynak teorisine göre bu bir gelir olarak kabul edilmiyor. Buna karşılık ABD’de uygulanan net artış teorisiyle mali gücünüzde artış yaratan her şey size dair verginin konusu içerisinde kabul ediliyor. Almanya gibi ülkelere baktığımızda ise piyasa gelir teorisinin kabul edildiğini görüyoruz. Yani, üçüncü şahısla bir hukuki ilişki çerçevesinde elde edilen her türlü gelirin vergi konusu olduğu kabul edilir. Bunun bizim ülkemizde de kabul edilmesi son derece yararlı olabilir.

Peki Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı şirketler, özellikle de e-pazaryerleri gibi dijital platformların vergilendirmesi konusunda durum nedir?

Bu noktada halen bir fiziki varlığın/ofisin/tesisin arandığını görüyoruz. Eğer fiziki varlık yoksa ve sadece internet üzerinden pazara girilmişse, şirket o ülkeden kazanç elde ediyor olsa dahi vergilendirilemiyor zira mevzuatımızda buna ilişkin bir hüküm yer almıyor. Dolayısıyla o şirketin sizin sınırlarınız içerisindeki kazancının ne şekilde vergilendirileceği konusunda siz bir çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması yapmış vaziyettesiniz. Ancak bu anlaşmada da yine elektronik varlık dikkate alınmamıştır. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir eksiklik de değildir.

Bunu ortadan kaldırmaya yönelik olarak OECD uzun süredir, G-20 ile ortaklaşa çalışarak çok bir çalışma yürütüyor. 2019’un Ekim ayında ortaya konulan iki sütunlu önerinin birinci ayağı tam da dijital ekonomiyi hedef alıyordu. Fakat orada bir ilerleme sağlanamadı çünkü o dönemde ABD başkanlığında Trump vardı ve bu öneriye sıcak yaklaşmadı. İkinci sütunda ise uluslararası asgari kurumlar vergisi vardı ve ancak Biden hükümeti gelince burada bir anlaşma sağlandı. Asgari kurumlar vergisini ise yakın bir zamanda Avrupa Birliği uygulamaya başlayacak. Yani orada da dijital ekonomiden ziyade vergi cennetliğini önlemeye yönelik bir amaç var. Çünkü pek çok uluslararası şirket, verginin hiç alınmadığı veya sistemin şeffaf olmadığı ülkelere kârlarını aktararak parayı asıl kazandıkları yerde hiçbir vergi ödemiyorlar.

Bunu ortadan kaldırmaya yönelik bir anlaşma sağlandı ve hangi ülkede olursa olsun yüzde 15 vergi alınması kararlaştırıldı. Türkiye’ye baktığımızda ise her iki noktada da bir ilerleme sağlanabilmiş değil. Yani şu anda Türkiye ne vergi cennetlerine para akışını önlemeye yönelik bir adım atıyor ne de dijital ekonomiden kaynaklanan sorunlar için tedbir alıyor. Türkiye o kadar çok kendi içine dönmüş vaziyette ki kendi sorunlarıyla uğraşmaktan vergi gibi çok önemli konularla ilgili etkin önlem alamıyor.

Türkiye’nin global normlara uymayışı, döngüsel ekonomi kapsamında adımlar atmadığımız anlamına mı geliyor?

Türkiye OECD’nin çok eski üyelerinden bir tanesi ve buradaki kararları öyle veya böyle mevzuatına aktarmıştır. Ancak burada kendi çıkarlarını koruyucu yönde hareket edebilir. Dijital hizmet vergisi bu noktada iyi bir adım olmasına rağmen dar kapsamlıydı. Bu kapsamın genişletilmesinin ötesinde, ilgili kanunlarla sanal varlığın doğrudan kabul edilmesi gerekir. Fiziki varlığın şart olarak koşulmasının önüne geçilerek çifte vergileri önleme anlaşmaları revize edilebilir. Tabii ki bu uluslararası gelişmelerin de dikkate alınması açısında oldukça uzun bir iş ancak bir noktada buna başlamak gerekiyor.

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş