Gençlerin Perspektifinden’de bu hafta öğrenim gördüğü mühendislik eğitimine yenilikçi bakarak farklı perspektifler geliştiren Ömer Bahadır Orhan var. Ömer Bahadır, teknoloji ve inovasyon ile geleceği yeniden kurgulayabileceğimiz modelleri düşlüyor. Bu yolda sürekli öğrenmeye, iyileştirmeye ve ilerlemeye açık olan Ömer Bahadır Orhan’ı yakından tanıyalım!

Ömer Bahadır Orhan kimdir? Bize biraz kendinden bahseder misin?

Kendimi en kısa şekilde tanımlayacak olursam “hayat boyu öğrenci” derim. Yeni binyılın başlangıcında dot-com balonu patlamadan hemen önce dünyaya geldim. Akademisyen bir ailede doğmamın katkısıyla bilimin ve merakın teşvik edildiği bir ortamda büyüdüm. Öğrenmeye en tutkulu olduğum alanlar teknoloji, inovasyon ve finans. Bu üçünün kesiştiği her yerde yeni şeyler öğrenmek ve kazandığım tecrübeler ile yeni şeyler üretmek için çabalıyorum. Aynı zamanda çocukluğumdan beri girişimciliğe özel bir merakım var. Girişimciliği sadece bir para kazanma biçimi olarak değil bir yaşam tarzı ve dünyayı anlamlandırmanın yolu olarak görüyorum.

Yaşamaya karşı olan motivasyonum, sürekli olarak beni çevreleyen yeni teknolojilerden ve onların ortaya çıkış hikayelerinden geliyor. Bir ürünün ve bir girişimin, sıfırdan bire nasıl gittiğini anlamaya olan isteğim beni bilgisayar mühendisliği eğitimi almaya yönlendirdi. Çağımızda konvansiyonel okul eğitiminin, modern dünyadaki yetkinliklerin küçük bir kısmını kapsadığını düşünüyorum. Bundan dolayı hayata, “learning-by-doing”, yani yaparak öğrenme felsefesiyle yaklaşarak deneyimlerimi arttırma yolunda çaba sarf ediyorum.

Geçtiğimiz süreçte, Stanford Üniversitesi d.school tarafından bulundukları komünitede inovasyon kültürünü yaymak için tüm dünyadan seçilen inovasyon elçilerinden birisi olarak Stanford Üniversitesi’nden inovasyon yönetimi eğitimi aldım.  Aynı zamanda üniversite eğitimimin ilk yarısında Girişimcilik Vakfı ve Yenibirlider Derneği fellow’u olmam ülkemizdeki teknoloji ve girişimcilik ekosistemini yakından tanımamı sağladı. Finans alanında kendimi geliştirebilmek için HSBC, Deutsche Bank ve Akbank gibi bankaların üst düzey yöneticilerinden mentorluk alıyorum. Günümüzde, içerisinde bulunduğumuz toplumu geliştirmenin ve yarar sağlamanın en verimli yolunun teknolojinin de yardımıyla bir ürün ortaya çıkarmak olduğuna inanıyorum. Bu inancımdan aldığım güç ile “sürdürülebilir ulaşım teknolojileri” alanında faaliyet gösteren yazılım ve IoT tabanlı bir ürünü ortaya çıkararak TÜBİTAK’tan BİGG desteği almaya hak kazandım.

Özetlemem gerekirse bilişim çağında birçok kaynağa çok rahat ulaşabiliyoruz fakat bir şeyleri değiştirmenin sırrı o konu üzerinde uzun süre etkin çalışmakta yatıyor. Bu motivasyon ile sürekli ilerleme ve iyileştirme (kaizen) öğretisini benimsemeye çalışıyorum. Her zaman daha fazlasını yapabileceğimi bilerek yoluma devam etmek bana enerji veriyor. Sevdiğim bir mentorum bana “Ben oldum demek, ben öldüm demektir.” demişti. Onun için son yıllarda en çok odaklandığım yetkinliğim öğrenmeyi öğrenmek oldu.

Microsoft’ta ‘’Teknoloji Çözümleri Stajyeri ve IMAGINE Programı Koordinatörü olarak çalışmalar yürütmektesin. Microsoft’tan ve orada neler yaptığından bahseder misin, IMAGINE programı nedir?

Microsoft’u, son yıllarda uçtan uca dönüşüm geçirmiş ve Satya Nadella’nın önderliğinde yeniden doğmuş bir şirket olarak görüyorum. Microsoft, başta bulut teknolojileri ve bu platform üzerinde şekillenen yapay zekâ, makine öğrenimi, blockchain ve kuantum teknolojileri gibi yenilikçi teknolojilere erişimi kolaylaştırıyor. Microsoft Türkiye, son yıllarda giderek büyüyen bir operasyona sahip. Bu yıl Microsoft, İstanbul’da da bir Ar-Ge merkezi açmış bulunmakta.

Microsoft’ta staj yaptığım süreçte harika bir ekip ile geçen sene başlatılan IMAGINE (I aM An enGINEer) programını koordine ediyorum. IMAGINE programının asıl amacı, seçilen üniversite öğrencilerini “Microsoft teknoloji elçilerine” dönüştürmektir. Seçilen elçilerimiz, biz onlara imagineer olarak hitap ediyoruz, altı aylık yoğun bir teknik eğitim ve soft beceriler eğitimi sürecinden geçiyorlar. Bu süreçte onlara Microsoft Türkiye ekibinden bir mentor da sürekli eşlik ediyor. Aynı zamanda imagineer’larımızı hem yurt içi hem de yurt dışındaki çeşitli liderlerimizle ve ekip arkadaşlarımızla görüştürüyoruz. 

Bu seneki programımızın özel konsepti “sürdürülebilirlik.” Imagineer’larımızın oluşturdukları ekiplerle beraber Birleşmiş Milletler’in belirlediği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarından çeşitli hedefler seçerek teknoloji odaklı projeler hazırlıyoruz. Ben de böyle bir organizasyonun içinde bulunduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Süreçte hep beraber dünyamızın gerçek sorunlarına, teknolojinin gücünü kullanarak çözümler getirmek için çaba harcıyoruz. Bu çabanın sonucunda ortaya çıkan harika projeler, hepimize ilham veriyor. 

İnovasyon ve dijital dönüşüm ile de ilgileniyorsun. Dönüşüm ne zaman inovatif bir hal alır?

Bu soruya bir Z kuşağı bireyinin gözünden cevap vermeyi tercih ederim. Çünkü bu kavramlar üzerine birçok uzman kişi sıkça konuşuyor. Z kuşağının bir üyesi olarak, dijital yerli kategorisindeyim. Dijitalleşme ve inovasyonun içine doğan bireyler olarak bizleri şanslı görüyorum çünkü çevremizde teknoloji ile harikalar yaratmış girişimciler var, hatta ben onlara kanaat önderleri demek istiyorum. Bugün din, dil, ırk ve renk fark etmeksizin Dünya’nın neresine gidersek gidelim, yazılım ve teknoloji ile ilgilenen bir genç ile konuşursak kendine; Elon Musk, Steve Jobs ve Satya Nadella gibi liderleri örnek alıyor. Ben buna “teknoloji yoldaşlığı” diyorum. Çünkü biliyorum ki; çevrelerindeki dünyayı, teknolojiyi ve onun gücünü kullanarak dönüştürmek isteyen birçok genç var. 

Dönüşüm, şüphesiz ki yönetilmesi zor bir süreç. Bu sürecin inovasyonu tetiklemesi için sadece strateji oluşturmak yeterli değil. İnovasyon ortaya koymak isteyen şirketler veya kişiler, gerekli cesareti göstermek zorundalar. İnovasyon motorunun, çalışması için insanların neyi yapması gerektiğini değil neden yapacağını da kapsayan bir organizasyon kültürü oluşturulmalıdır. Yoksa Peter Drucker’ın dediği gibi, “Kültür, stratejiyi kahvaltı niyetine yer.”

İş dünyasına yeni atılan bir genç olarak, beni şu ana kadar yapmak istediğim her yeni fikirde destekleyen açık fikirli yöneticiler ile çalışma şansı yakaladım. Şunu da eklemeden geçmek istemiyorum, her inovasyon nihayetinde kendi başarısının kurbanı olacaktır. Bunun ardından yeniden bir inovasyon döngüsünün başlaması gerekecektir. İşte o zaman bugünün gençleri bizler; yarının statükocu yöneticileri mi olacağız, yoksa bir sonraki neslin getireceği yıkıcı inovasyonun destekçileri mi olacağız bunu zaman gösterecektir.

Bugün iş dünyası için özellikle de üretim aşamalarında ‘’çeviklik’’ sıklıkla vurguladığımız bir gereklilik. Peki sence inovasyonda da çevikliğe ihtiyaç duyuluyor mu? 

Öncelikle bu harika soru için çok teşekkür ederim. Bu soruya çevik bir yaklaşımla bakmak ve bir plana bağlı kalmaktansa değişime karşılık vererek cevaplamak istiyorum. Bilgisayar mühendisliği öğrencisi olarak çevik yaklaşımla erken yaşta tanışma şansı buldum. İlk başlarda çevikliği sadece yazılım üretim süreçlerinde kullanılan bir metot olarak görüyordum. LinkedIn’de Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nin Scrum Master pozisyonunda iş ilanı açtığını gördüğüm zaman çevikliğe karşı bakış açımın tamamen değiştiğini söyleyebilirim. Bugün çeviklik kavramına, yapıcı uyumsuzluğun gerektiği her yerde ihtiyaç duyuluyor. Çeviklik ortaya çıkış manifestosu olarak otoriteye karşı gelmekle bağdaştırılıyor. Ben, çevikliğin öngörülemez pazar dinamiklerine sahip bir ortamda; değişikliklere hızlı cevap veren bir grup insanın uyanış çağrısı olduğuna inanıyorum.

İnovasyon kulağa yeni bir kavram olarak gelse de insanlığın başlangıcından beri iç içe olduğumuz bir kavram. Bugün teknolojinin geldiği noktada tek seferlik değil sürekli ve tutarlı bir şekilde inovatif olmamız gerekiyor. Bu gelişmeler inovasyon sürecine de çeviklik katma ihtiyacını doğurdu. Çeviklik, sadece daha hızlı sonuç almak ve planlanan süreci daha hızlı bitirmek için ortaya çıkmış bir kavram değil. Bundan daha da önemlisi, değişen konjonktüre daha hızlı uyum sağlayabilmeye olan gereksinimden ortaya çıkıyor.

Dijital devrimin oluşturduğu dip dalgası, farklı kuşakların yeni iş yapma kültürüne aynı anda adapte olmasını talep ediyor. Birlikte çalışma kültürünün ve multidisipliner yaklaşımların önem kazandığı bir dönemi yaşıyoruz. Çeviklik, iş ve teknoloji birimlerinin aynı amaç etrafında buluşmasını sağlayarak şirketlerin çalışma kültürlerinin oluşmasına büyük katkı sağlıyor. 

Dijital dönüşüm, teknoloji, inovasyon gibi konulardan bahsettiğimizde akıllarda daha çok teknik meseleler canlanıyor ancak bunlar sadece teknik bir yetkinliği gerektirmiyor. Dolayısıyla sence bir dönüşümü tasarlarken nasıl bir kolektife ihtiyaç duyuluyor? Kimler bir arada çalışıyor olmalı?

Dijitalleşme ve teknoloji devriminin kaçınılmaz bir sonucu olarak, bugün birçok organizasyon kritik kararlar alırken veriye dayalı seçimler yapıyor. Gelişen teknolojilerin bizlere sunduğu işlemci gücünün, verileri işleme kabiliyetimizi arttırarak strateji belirlemede ve dönüşümü kurgulamada optimizasyon sağladığı su götürmez bir gerçek. Bilgisayarlar, insan gözünden kaçan örüntüleri bulabilirler ancak farklı kaynaklardan gelen kompleks bilgileri ya da karmaşık insan davranışlarını okumayı bilemezler. Daha da önemlisi bir topluluğu sezgileriyle ve vizyonuyla harekete geçirecek olan yegane varlık insandır. Bir organizasyonun dijital dönüşümünde, insani liderlik becerileri de en az teknik yetkinlikler kadar önem taşımaktadır. Ancak şunu da belirtmek isterim ki; geleceğin liderlik becerileri, geleneksel liderlik becerilerinden çok farklı olacak. Duygusal zeka, tevazu, empati gibi daha insani yetkinliklerin öne çıkacağı bu süreçte alışık olduğumuzdan çok farklı liderler görebiliriz. 

Başarılı bir dönüşüm süreci tasarlanırken, organizasyon içerisinde sadece insanların enerjik olması yeterli değildir. Bütün takım üyeleri bulunduğu topluluğu ileriye taşımak için enerjilerini diğerlerine aktarabilmelidir. Bütün organizasyonların pozitif enerjilerini iş arkadaşlarına aktaran ve onların harekete geçmesini sağlayan takım üyelerine ihtiyacı var. İnovasyonun bir organizasyon içerisinde kültür haline gelmesindeki kritik diğer bir aksiyon da ekosistemin kurulmasıdır. Ekosistemin oluşmasıyla fikirler fikirleri doğurur. Eksiklikler yeni ürünleri geliştirir. Bunlarla beraber oluşan rekabet ortamı da inovasyonu körükler. Organizasyonel kültür içerisinde oluşturulan kolektif yapıda, yani ekosistemde şu doktrini herkes kabul etmelidir: “Hiçbir organizasyon mükemmel değildir.” Eğer her şey mükemmel deniyorsa; inovasyon, gelişim ve ilerleme olanağınızın bittiğini de kabul etmiş olursunuz. Mutlaka birtakım eksiklikler olacaktır. Ama eksiklikler demek, iyileştirme fırsatları demektir. Sürekli daha iyiye gitme hedefi bütün sistemi dinamik tutacaktır. 

Son olarak bahsetmek istediğim bir husus daha var, organizasyonların ve bireylerin hayat felsefesi olarak sahip olmaları gereken bir zihniyetten bahsetmek istiyorum: “Growth mindset”, yani gelişim zihniyeti. Bu zihniyete sahip insanlar, engelleri deneme ve problem çözme fırsatı olarak görürler. Geri bildirim almaktan çekinmezler ve farklı fikirlere değer verirler. Bir işin sonucundansa, sürecine odaklanarak bulundukları topluluktaki insanlardan öğrenmeye özen gösterirler.

Pek çok genç ekipte ve bir yandan da iş dünyasının içinde var olan bir genç olarak iş dünyasına ve akranlarına çağrın nedir?

Üretkenlik, toplumların olduğu gibi bireylerin de var olabilmesi ve kendini gerçekleştirebilmesi için günümüzdeki en önemli faktörlerden biridir. Teknoloji alanında yaşanan bilişim devrimi, dünyada bilginin demokratikleşmesini sağlayarak birçok insanın hayatına dokundu. Bu atılımla beraber toplumsal üretkenliğin arttırılabilmesi için biz gençlerin de iş dünyasında sorumluluk alarak yeni bir hedef ve vizyon oluşturması gerekiyor. Oluşturacağımız vizyon, her seferinde küllerinden yeniden doğarak sürdürülebilir bir dünya için bizlere ışık olacaktır.

Parlak fikirlere sahip olabiliriz ancak onları gerçekleştirecek cesareti ve çalışmayı gösteremezsek fikirlerimiz bizi hiçbir yere götürmez. Fikirlerimizi, vizyona; vizyonumuzu, aksiyona dönüştürmek için bizlerle aynı heyecanı duyan yeniliğe ve değişime inanan gençlerle birlikte değer üreterek, sürdürülebilir bir geleceğin temellerini atmalıyız. Her şeye rağmen şunu da bilmeliyiz ki, eylemsizlik kaçınılmaz bir yasadır. Paradigmaları değiştirirken şüphesiz karşımıza çıkacak zorluklar olacaktır. Bu süreçte başarısız da olabiliriz ama ben inanıyorum ki başarı, başarısızlıkların içerisinde gizlidir.

İş dünyasına gelecek olursak; bugün her kurum, dünyayı daha iyi yönde nasıl değiştireceklerini açıklamalı ve bu konuda kendi organizasyonlarında bir aciliyet duygusu yaratacak kadar cüretkar olmalıdır. Eğer dönüşümün ve inovasyonun güçlü etkisinden yararlanmak isteniyorsa hemen bugün daha iyi yarınlar için çalışılmaya başlanmalıdır. 

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş