Ravzanur Eker

Coridor Kurucusu

Coridor | İcat Çıkaran İşler

12 Ağustos 2022, Cuma

Her gün birçok kötü habere maruz kalıyoruz; bu haberler bazen gündemden kopmamıza, bazen ümitsizliğe sürüklenmemize sebep oluyor. Yüz güldüren haberlere daha çok ihtiyacımız oluyor ancak ne yazık ki, kötü haberlerin gündemde kapladığı süre ile iyi haberlerin kapladığı süre arasında da ciddi farklar var. Dolayısıyla bu haberlerin etkileri de birbirinden farklı oluyor. İşte tüm bunlar için İcat Çıkaran İşler’in bu röportajında, hem iyi haberlerin etkisini artırmak hem de organize iyiliklerle iyi haberlerin sayısının artmasını amaçlayan Coridor’u ve başladıkları nokta olan Güçlü İyilik’i tanıyacağız bugün. O halde bu güçlü ve iyi girişimin hikayesini, kurucusu Ravzanur Eker’den dinleyelim.

Girişimler bir delilik halinden, çılgın bir hikayeden ya da sahiden içe dert olan bir sorundan doğabiliyor. Coridor’un, daha da gerisine gidersek Güçlü İyilik’in dert ettiği neydi? Bu girişimin doğduğu hikaye nereden geliyor?

Bir yerde “İyi hikayeler onu anlatabilecek insanların başına gelir” sözü ile karşılaşmıştım. Sanırım şimdi bir girişimci olarak buradan ilhamla “başarılı işler, iyi hikayeyi iş modeline dönüştürebilenlerindir” diye değiştirebilirim sanırım.  

Benim hikayem ise daha 10 yaşlarında küçük bir çocukken başladı, bana bir soru soruldu ve hayatım değişti. Bir gün öğretmenim sınıfa geldi, o sıralarda televizyonda Türkiye’nin gündemi meşgul eden bir cinayet davası vardı. Öğretmenim de bu haberlerden bahsederek katilin adını hatırlayamıyormuş gibi yaptı. Sonra dönüp bize “siz hatırlıyor musunuz?” diye sordu. Hepimizin elleri havadaydı, üstelik de 10 yaşında bu haberlerin birini bile izlememiş olması gereken çocuklar olarak havadaydı. Birkaçımıza ismini söylettikten sonra “Şimdi vatanı için şehit olan bir askerin adını söyler misiniz?” dedi. Bütün eller indi. “Toplumsal fayda yaratan birinin adını söyler misiniz?” dedi. Bütün eller yine indi. Yaşım küçüktü ama ilk defa bir soru ve soruya verdiğim yanıt beni üzmüştü.

2017 yılında Türkiye’nin gündeminin çok iç açıcı olmadığı bir dönemdeyken bu soru aklıma geldi ve üzerinden yıllar geçmiş olsa da şimdi yine gitsem küçük çocuklara bu soruları sorsam farklı bir yanıt almayacağımı iddia ettim. Biraz soruların, biraz da iddialarımın peşinden giden hızlı bir genç olarak bunu kanıtlamak için bir sosyal deney çekmeye karar verdim. Bir psikolojik danışman rehberliğinde bir özel okulla anlaşarak 10-14 yaş aralığındaki çocukları seçtim ve birlikte kamera karşısına geçtik. Önlerine birçok fotoğraf koydum; bunlardan bazıları onlara örnek olabilecek iyi ve başarılı insanlarken, birçoğu sabah programlarından da meşhur olmuş seri katillerdi. Fotoğrafları gösterip “Tanıyor musun, hakkında ne biliyorsun?” diye soruyordum. Bu sefer durum daha kötüydü; çocuklar katillerin gittiği okulları, cinayet mekanlarını, nasıl saklandıkları gibi korkunç detayları biliyorlardı. Bu sosyal deneyi YouTube’a yükledim ve çevremdeki insanlarda farkındalık yaratması için paylaşmaya başladım. O sırada bu videoyu bir televizyon kanalının yayın yönetmenlerinden biri de izlemiş. Ertesi hafta Anadolu Ajansı’ndan ve TRT Radyo’dan röportaj için telefonlarım çalmaya başladı. Bir heyecanla kabul ettim tabii. Röportajların birinde bana “Peki şimdi ne yapacaksınız?”  diye soruldu. Hakikaten çok büyük bir problemi doğrulamıştım ve hayatımı değiştiren ikinci soru da gelmişti işte, “şimdi ne yapacağım?”

Sonra bir süre kök neden araştırması yaptım. Probleme defalarca başka “neden” ile başlayan sorular sordum. Nihayetinde “iyi gelişmelerin de olduğu ama yeterince öne çıkarılmadığı, dijital destek gücünün az olduğu” sebebine ulaşmıştım. İşte harekete geçeceğim nokta buydu. Tabii bu araştırmaya şimdi girişimcilik disiplinlerinden aldığım eğitimle ‘’kök neden’’ diyorum, o zamanlar hayatımda ne girişimcilik ne problem doğrulaması gibi kavramlar vardı. Ben yalnızca soruların peşinde, mutlu olmadığı durumu “değiştirmek” isteyen heyecanlı bir gençtim. Gandhi “Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi sen ol” der ya, işte tam olarak yapmak istediğim buydu. Önce haberleri izlemeyi bıraktım, sonra takip ettiklerimi filtreledim, sonrada sadece “iyi gelişmeleri duyurmak için kurulan dijital platform Güçlü İyilik’i kurdum. Aslında bugün olduğu büyük parçanın ötesinde, yalnızca bir içerik platformu olarak başlamıştı Güçlü İyilik yolculuğuna. Bugün Anadolu’da sürdürülebilir projeler üreten, dijital bir farkındalık gücü olan, Coridor ile bir mobil uygulama girişimi tarafına  sahip büyük bir topluluk. Geldiği güzel yeri ise güçlü yüreklerimiz dediğimiz gönüllü ekibimizle inşa ettik. İlk günden beri çok şey değişti, biz değiştirmeye de devam edeceğiz ama bizim için değişmeyen tek şey, yola hep “birlikte” devam etmek olacak. 

Güçlü İyilik, başlangıçta bir iyilik hareketi için çalışan bir topluluk olarak doğmuş aslında. Bunun finansal bir modele kavuşabilmesi ne kadar sürdü? Bu süreçte aslında bir ‘’start-up’’ olma aşamalarını nasıl ilerlettiğinizi düşünüyorsunuz?

Yola çıkarken ‘’ben girişimci olacağım, biz sosyal girişim kuracağız’’ diyerek çıkmadık. Hatta hiç fikrim yoktu da diyebilirim. Üstelik bizim yola çıktığımız 2017 yılında girişimcilik belki şu ana göre Türkiye için daha yeniydi ve sosyal girişimciliğin herkes tarafından kabul edilen bir tanımı bile tam yoktu. Biz Diyarbakır’da, Erzurum’da yaşayan büyüyen gençler olarak bunu Anadolu ile tanıştırmaya çalışıyorduk. Bir nevi bozkırda büyüyen çocuklar olarak olimpik havuzun içindeki diğer çocuklarla, girişimlerle bir yarışa tutuşmuştuk ve epeyi tur farkı vardı aramızda.

Bir gün Erzurum’da üniversitede bir afiş gördük, sosyal girişimler arasında eğitimde verilen bir yarışma duyurusuymuş bu. Başvurduk, eğitime seçilen 10 takımdan da biri olduk. O zaman sunumda hocanın sosyal girişimciliği anlatışını hatırlarım da, yıllardır aradığım şeyi bulmuş gibi hissetmiştim. İşte ilk eğitimi orada aldıktan sonra başladık kitaplar okumaya, eğitimleri dinlemeye. Bu programda “iş modeli” denen kavram girdi hayatımıza. Orada yaptığımız işin sürdürülebilirliğini tartışmaya başladık. Ekipçe iyi yaptığımız neler var diye sorduk kendimize. Bir kere çok yereldik. Bu bizim için Anadolu’da büyük avantajdı. Çünkü genelde projeler İstanbul’da üretilip Van’da, Antep’te uygulanmaya çalışılıyordu. Ama İstanbul’dan Van’a gelene kadar havası, suyu en önemlisi insanların zihniyeti değişiyordu. Biz ise herkes kendi kapısının önündeki problemi çözsün diyorduk. İzmir’de denizle ilgili çalışırken, Erzurum’da soğuk hava koşullarındaki hayvanlar için çalışıyorduk. İkinci en iyi olduğumuz şey ise inanılmaz bir dijital erişimimiz vardı. Poster asmazdık ama bütün dijital gruplara düşerdik. Hedef kitlemiz de duvarlara değil; telefonunun ekranına bakıyordu, bu da bizi sürekli bir araya getiriyordu. Son olarak iyi olduğumuz şey ise gençlere sürekli deneyim odaklı yaklaşıyorduk.

İyi yaptığımız tüm dinamikleri topladık. Biz her yerden erişilebilir bir gönüllülük deneyimi yaratmak istiyorduk. Tam da bu noktada size şu soruyu sorarlar: “Erişim sağlamak isteyen ne kadar gönüllü var?”

Biz artık 1 senedir çalışan, çevresi fayda için koşturan insanlarla dolu olan bir kitle olarak bunu gerçekten çok sanıyorduk. Sonra derinlemesine araştırmalar yaptık ve son rapora göre öğrendik ki, Türkiye’de 100 gençten henüz 94’ü hiçbir gönüllülük faaliyetinde bulunmamış. Bu, veriyle karşılaşma değil de; daha çok çarpışma olmuştu içimizde. Gençler katılmama sebebi olarak ise finansal nedenlerin arkasından, projelerden haberdar olamamak yanıtını veriyordu. Çözmemiz gereken problem karşımızda durmuş bize bakıyordu ve biz kendi etki alanımızda yıllardır aslında bu problemi çözüyorduk. Projeyi tasarlıyorduk, dijital yolla en yakındaki gençlere ulaştırıyor, onları haberdar ediyorduk. Gerisi iyi bir deneyim tasarlamaya kalıyordu, ki o konuda da epey iyiydik.

Sürecin çoğu doğru problemi ve süreci belirlemek ile ilgili aslında. Nereye gitsek problemi anlatsak herkes doğru noktaya bastığımızı düşünerek destekliyordu bizi. Daha sonra Social Impact Award sürecine kabul edildik ve Türkiye kazananı olduk.  Burada “etki odaklı” bir kuluçka aldık. Bu önemli, çünkü genel girişimcilik kuluçkalarında finans değeri öne çıkarken; burada sadece sosyal girişimciler ve onlar için kurgulanmış bir süreç vardı. Bunun üzerine bir de Lonca Girişim programına kabul edilip orada da farklı sektörlerde girişimlerle kuluçkaya girince bizim kafada her şey toparlandı ve son halini buldu. Siz gençlerden oluşan bir girişimsiniz, enerjiksiniz ve hayalleriniz var ama çoğunlukla paranız yok. Bu kuluçkalar sizi bilgi anlamında doyururken, ciddi bir hizmet desteği ve kapısını açamayacağınız network alanları oluşturuyor. O yüzden ben her girişimin bir kere bu süreci deneyimlemesini tavsiye ediyorum. Baktığınız zaman eski nesil girişimler kuluçkaya girmemiş olabilirler, bu yaklaşım biraz düz gelebilir ama bizim ülkemizde yatırımcılar kendi içlerinde ufak büyüme süreçleri yaratmışlar zaten. Kuluçkada sizden belli sürede belli bir büyüme isterler, bunu yatırımcı da ister neticede. Şimdi yeni nesil yaklaşımda yatırımcılar bu süreci sadece işi bu olan merkezlere bırakıp daha hazır girişimler görmek istiyor da diyebilirim.

Sonuç olarak doğru problemi belirleme, doğru bilginin ve ilginin kapısını çalma ve aradaki tur farkını kapatmak için sıkı çalışma ile bugünki start-up kültürümüzü oluşturduk diyebiliriz.

Finansal sürdürülebilirliğinizin ana kaynağı diyebileceğimiz Coridor’a bakacak olursak, burada kurumlara olan çağrınız nedir? Size göre, kurumlar neden daha sosyal sorumlu bir bakış açısıyla hareket etmek durumundalar?

Son Mccradle araştırması Z kuşağının en az yüzde 70’inin markaları tercih ederken sosyal projelerini öncelediğini söylüyor. Son trend raporlarına da bakarsak, dijital ve alışveriş trendilerini yine genç olan 18-34 yaş aralığındaki insanlar belirliyor. Influencer marketing tarafında ise yaş dağılımına baktığımızda takipçilerin yüzde 41.9'unun 25 - 34 yaş aralığında yer aldığını biliyoruz. Yani meseleleri artık anlatanlar da genç, dinleyenler de genç. Bu sebeple çoğu ileriyi okuyan markalar,  gençlerin gönlünü çalmayı istemeyi geçtiler; orada kendine yer bulmak zorunda kalıyor.

Tabii bu finans çıkar ile başlayan bir bakış açısı; öte yandan dünyamızın çevresel koşulları için bireysel çalışmalar kadar kollektif kurumsal çalışmalara, üretim hattından tüketim hattına bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Sosyal anlamda da daha yaşanabilir bir dünya için kurumların bu döngüde bir paydaş olması çok önemli.

Yani kurumlar trend olmak istiyorsa ve trend olurken daha iyi bir dünyaya satış yapmak, daha iyi bir dünyada yaşamak istiyorlarsa, kurumsal sosyal sorumluluğu en önemli işlerinin artık başına yazmaları gerekiyor. Benim burada kurumlara çağrım; projeleri reklamlara göre değil, deneyimlere ve ölçülebilirliğe göre tasarlamaları. Bugün orta ölçekli bir şirketin sadece sosyal sorumluluk projesine ayırdığı reklam bütçesi ile yerel bir sivil toplum kuruluşu neredeyse kendisine bir senelik fon oluşturabiliyor. Peki bu reklam bütçesinden sonra sonuç ne oluyor? Markalar kendi sadık müşterilerinin bile aklında kalamıyor. Madem bu bütçe ayrılacak; deneyim odaklı, insanların birbirine anlatabileceği ve kesinlikle ölçülebilir projeler tasarlayalım. Uzun vadede müşteri sadakati de bizim olsun, yaşanabilir bir dünyada.

Coridor aracılığıyla hedeflerinizden biri de Türkiye’deki gönüllülük oranını artırmak. Bu bağlamda aktif bir gönüllülüğü nasıl tanımlıyorsunuz? İyiliğin yaygınlaşmasında aktif bir gönüllülük, nasıl bir rol üstleniyor? Bu aktif gönüllülük kurumsal hayata neler katar?

Öncelikle Türkiye’de birbirine görece uzak, görece yakın birkaç kavram çok karıştırılıyor. Örneğin; iyilik yapmak ile hayır işi yapmak. Hayır işi, inanç odaklı ve sonucunda takip etmeseniz de yerine varabilecek bir iştir neticede. Fakat iyiliğin gerçekten iyilik olması için takip edilip, doğru yere ulaştırılması gerekir. Sokakta bir dilenciye para vermek onun iyiliğine olmayabilir, siz verdikçe sokakta kalmaya devam edebilir ama para vererek hayır yapabilirsiniz. İnsanların hayır işlerinde de, iyilik yaparken de ben artık ileriye düşünerek hareket etmesini bekliyorum. Çünkü biz fayda yaratmak isteyen bir kitle olarak az sayıda değiliz, yalnızca planlı çalışmıyoruz. Yani biri denizi kirletecekken gemiyi nasıl bulacağını, çöpü nasıl nereye dökeceğini tek tek hesaplıyor. Fakat biz fayda için geleneksel yöntemlerin ötesine geçmiyor ve bölünüyoruz. İşte bunun çözümünün profesyonel gönüllülük olduğuna inanıyorum.

Bizce gönüllülük; sorunu kitlesel çözüm yolları ile sürdürülebilir şekilde çözebilecek yetenekte, karşılık beklemeksizin oluşturulan sürece deniyor. Bu sebeple birinin gönüllülük sürecini tam karşılaması için bu özellikleri bulundurması gerekiyor. Sadece işi yapması yetmez, takip etmesi ve planlaması da gerekiyor. Zira bunları yapmazsak sokaktan geçerken birinin avucuna yalnızca madeni para bırakmanın ötesine geçemeyiz.

Türkiye’nin ileri gelen kurumları “kurum içi gönüllülük” çalışmalarına çoktan başladılar bile. Araştırmalar gönüllülük çalışmalarında yer alan çalışanların, çalışan sadakatinin güçlendiğini ve çalışanların daha iyi bir sosyal iletişim kurduğunu gösteriyor. Bu sebeple kurumsal hayatta daha iyi bir çalışan, daha iyi çalışanlarla da daha iyi bir kurum olmak için bu süreci iyi kurgulamak önem taşıyor.

Türkiye’de alanımız gençler olduğu için söylüyorum; gönüllülük yapmamış her gence şimdiye kadar sadece 1 ağaç diktirebilseydik, ülkemiz son 5 senede kaybettiği ormanların yarısından fazlasını geri kazanabilirdi. Şimdi ben sorunuza yanıt olacak bir soruyla yanıt vereyim: “Sadece gençleri değil, kurumsal hayattakilere de aktif gönüllülük yaptırsaydık neler olurdu?”

Hem kurumlar hem de gönüllüler bazında hizmet veren bir uygulama olarak; aslında aradaki bir köprü, daha doğrusu koridor görevindesiniz. Ancak aradaki bu bağın da kısa vadeli olmaması, projelerin devamlılığı ve paydaşların motivasyonu için oldukça önemli. Bu doğrultuda hem kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin hem de gönüllülüğün sürdürülebilirliği için neler yapıyorsunuz?

Aslında bu bahsettiğiniz gibi, bu bir koridor ve bunu iki ucunda başka hedef kitleler var. O yüzden soruyu iki hedef kitle için ayrı ayrı yanıtlamakta fayda var. Bu koridorun bir tarafında gençler var. Bu gençlerin güvene, özgürlüğe ve motivasyona ihtiyacı var. Güvene ihtiyaçları var; çünkü sivil toplum kuruluşlarına politik zemin sebebiyle güvenmiyor, bir dernek ya da vakıfla bağları olmasın istiyorlar. Biz de bu hedef kitleye “sadece Coridor’a üye olun başka bir kuruma üye olmayacaksınız” diyoruz. Keza kurumların projelerini de böyle seçiyoruz. Özgür olmaları için seçeneklerini çok tutmaya çalışıyoruz. İlerleyen süreçte kendi projelerini tasarlayabilecekleri özellikler için çalışıyoruz. Motive etmek için oyunlaştırma kullanıyoruz. Biz, bir gün kendi takımının maçını en önden izleyen  ya da büyük bir kurumda çalışan bir gence ‘’bu fırsatı nasıl yakaladın?’’ dediklerinde “ben iyi bir şeyler yaptım, gönüllülük yaptım ve bu önemsendi.” cevabını verebilsin istiyoruz.

Öbür tarafta da kurumlar var. Kurumlar şu anda proje kültürünü belki hızlıca değiştiremiyorlar, şimdilik sadece aradaki köprü oluyoruz ama bizim ileride deneyime daha fazla eğilen projelere ihtiyacımız olacak. Bunu Netflix gibi düşünebilirsiniz. İlk çıktığında sadece film kiralamanın dijital bir karşılığı olmak istemişti. Fakat şimdi Netflix kendi tarzında film, dizi ve belgeseller çekiyor, aracı olmaktan çıkıyor. Biz şimdi var olan projeler arasındaki koridor olabiliriz ama gerekli okunabilecek veriyi biriktirten sonra gençleri anlayan marjinal projelerin üreticisi, danışmanı da olmak istiyoruz. Bu anlamda üreteceğimiz yeni nesil projelerle kurumların daha iyi karşılık bulmasını hedefliyoruz. Kurumlar şu an kurumsal sosyal sorumluluktan bir karşılık bulamıyorlar. Biz sayısal olarak gerçekten yaşadıkları sadakat artışını da, çalışan artışını da onlara gösterebileceğimiz bir sistem inşa etmek istiyoruz ve bence bu da onları heyecanlandırıyor.

Güçlü İyilik kötülerin seslerinin duyulduğu bir dünyada, iyiliğin sesisinin daha güçlü olduğuna inanarak iyi haber içerikleri üretiyor. Bireylerin önüne düşen bu pozitif haberler, yüzlerde gülümsemeye sebep olsa da, arkaplanda çok daha karmaşık bir yapının olduğunu tahmin edebiliriz. Güçlü İyilik, içeriklerini nasıl tasarlıyor? Özellikle de yanlış bilginin hızla yayıldığı bir zaman diliminde, iyi haberlerde de teyit etme gereksinimi duyuyor musunuz?

Bizim kullandığımız belli alarmlar ve belli kelimeler var. Bu kelimeler ile birlikte aslında internete düşen içeriklerin takipçisi oluyoruz. Öte yandan içerik ekibimiz, sosyal medyayı düzenli olarak taramaya çalışıyor. İçeriği bulduktan sonra sadece merak yaratacak kadar kısa kısmını sosyal medya içeriği haline getiriyoruz. Burada en hassas noktalardan biri, haberi paylaşırken kaynağı paylaşmak. O yüzden özellikle görsel tasarımlarımızda da kaynağa yer vermeye çalışıyoruz. Kaynağın güvenilirliği bize yeterince teyit veriyorsa paylaşıyoruz.

Fakat şunu da itiraf etmeliyim, kötü haberi teyitlemeden paylaşmak ile iyi haberi teyitlemeden paylaşmak arasında ciddi farklar var. Bir keresinde iyi bir haberin, kaynağı güvenilir olmasına rağmen, gerçek olmadığı bilgisini almıştık. İçeriği düzeltmemiz gerekiyordu. Ekipçe dedik ki madem bu haber gerçek değil, gerçek olması için harekete geçelim, bu iyi işi biz yapalım. İşte bu noktada kötü haber ya da genel haber içeriklerinden ayrılan güzel bir yanı da var.

Gönüllülük esasında sınırları yokmuş gibi görünen, birey kendisi ne kadar vermek isterse o kadar içerisinde bulunduğu bir faaliyet gibi görünür. Ancak gönüllüllüğün de sürdürülebilirliği için sınırlar koyuyor musunuz? Bu sınırlar nereden başlayıp, nerede bitiyorlar?

Aslında gönüllünün en kıymetli şeyi ne parası ne enerjisi, bunların hepsi tazelenen şeyler. O sebeple gönüllünün en önemli hazinesi, zaman. Bu sebeple doğru zaman yönetimi ile hareket etmek, gönüllü için dinlenme alanları oluşturmak, geliri için çalışacağı işte doğru zamanı oluşturmak önemli. Hatta gönüllülük yapan ve sonradan bırakan insanların çoğunun, ‘’zaman bulamadığı” için bıraktığını duyabilirsiniz. Bu sebeple biz işleri paylaştırma kültünü oluşturmaya çalışıyoruz. Birimiz değil, birlikte yorulalım kültürü yani. Önemli olan kendimizi değiştirdikten sonra, çevremizi değiştirebilme cesareti de göstermek. Ek olarak planlayıcı araçlar, takvim gibi dijital konularda ekibimize eğitimler veriyor, hepsinin bu konularda sorumluluk almasını sağlıyoruz. Gün sonunda zamanını doğru yönetebilen herkesin, gönüllüğe de vakti olabileceğine inanıyoruz.

Sürdürülebilir bir dünya için çalışan bir girişim olarak bugün Coridor’un elinde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirmek, dönüştürmek veya hızı ile oynamak isterdiniz?

Sanırım en zor soru buydu. O kadar çok var ki hangisini seçsem diye düşünüyorum. Soruyu duyunca insan başta küresel problemlerden birini düşünüp ortadan kaldırmak istiyor. Fakat birini kaldırsanız diğer devam ediyor. O sebeple yarın sabah uyandığımda herkeste “Bir tane dünya var ve bunun tek yolu kollektif vizyoner gönüllülükten geçiyor” farkındalığının olmasını isterdim. Her değişim farkındalık ile başlar neticede. Bu değişim, çoğu şeyi dönüştürmeye yeterdi zaten. Bu düşünceyle uyanan bir insanın, dünyayı değiştirmesinin önünde bir şey duramazdı diye düşünüyorum.

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş