Harvard Business School’dan pazarlama stratejisi profesörü Youngme Moon, pandeminin etkilerini değerlendirdiği konuşmasında şöyle demişti: “Bazı şeyler hızlanacak. Bazıları yavaşlayacak. Bazılarıysa karmaşıklaşacak. Ne karmaşıklaşacak derseniz eğitim derim.” Öğrenimin yanı sıra önemli deneyimleri de bünyesinde barındıran yükseköğrenimde fiziksel-dijital dengesinin nasıl kurulacağı, gelecekte eğitim modelinin ve üniversitelerin nasıl evrileceği hâlâ cevap bulunamamış birkaç soru. Diğer yandan hızla değişen yetkinliklere dair beklentiler iş dünyası ile akademi arasındaki etkileşimin boyutunu da dönüştürüyor. Eğitime çok emek veren ve önemli yatırımlar yapan iş insanı ve hayırsever Hüsnü Özyeğin pandemi sonrası akademinin gelişimini ve yeni nesil yetkinliklerin gelişimine dair görüşlerini Harvard Business Review Türkiye’ye anlattı.
HBR: Yükseköğrenim, daha da özelinde üniversite eğitimi uzun zamandır sorgulanan, etkinlik anlamında tatmin edici bulunmayan bir noktada. Siz genel anlamda küresel ve yerel yükseköğrenim tablosunu nasıl görüyorsunuz?
ÖZYEĞİN: Topluma yapılacak en anlamlı yatırımın eğitim olduğuna inanan bir iş insanı ve hayırsever olarak, bir ülkenin kalkınmasında yükseköğrenimin kilit bir rolü olduğuna inanıyorum. Tabii gerek dünyada gerekse ülkemizde yükseköğrenimin niteliğinin sorgulanması çok doğal ve gerekli de. İyileşme böyle mümkün. Ancak ülkemizde dahi büyük bir çeşitlilik içeren yükseköğrenim dünyasının etkinliği konusunda yapılan olumsuz değerlendirmeleri, genellemeler üzerinden yapılan çıkarımlar olduğu için, çok da sağlıklı bulmuyorum.
Ülkemizde sosyal mobilitenin en önemli aracı olarak görülen yükseköğrenime talep Türkiye’de halen çok güçlü ve artmaya devam ediyor. Bu talebin yansıması olarak son yıllarda gerek kamu gerekse vakıf üniversitelerinin sayılarında artış görüyoruz. Yeni kurulmuş, ülkemizin taşra sayılabilecek bir bölgesinde sınırlı sayıda öğretim kadrosu olan bir üniversite ile İngiltere’deki bin yıllık üniversiteyi birlikte değerlendirmek elbette doğru değil. Ancak ister Özyeğin Üniversitesi gibi nispeten yeni isterse Harvard University gibi kuruluşu yüzyıllara dayanan kurumlar olsun, hiç şüphesiz tüm eğitim kurumları zamanın gereklilikleri ile farklı paydaşların ihtiyaçlarını dikkate alarak, bilimsel bulgular ışığında faaliyetlerini güncellemeli, ki öyle olduğunu da görüyoruz.
Üniversitelerin üç temel amacı vardır: Eğitim, araştırma ve topluma katkı. Dolayısıyla üniversitelerin etkinliğini değerlendirirken bu amaçları göz önünde bulundurmak lazım. Son yıllarda, hızla değişen iş dünyası ihtiyaçları ile üniversitede verilen eğitimin yeterince örtüşmediği konusunda eleştiriler daha fazla dillendirilir oldu ve burada haklılık payı elbette var. Ancak diğer yandan dünyada inovasyon, bilim ve teknoloji devrimlerinin temelinde üniversitelerdeki araştırma çalışmaları yatıyor ve bunların birçoğu da topluma katkıya dönüşüyor. O nedenle üniversiteleri sadece eğitim amacı içinde değerlendirmenin de doğru olmadığını düşünüyorum.
Hem mevcut modellerimizi iyileştiren hem de yeni modeller üreten bir çeşitliliğin yükseköğrenimin geleceği için faydalı olacağına inanıyorum.
Akademide istenen dinamizmin yakalanamamasının temel nedenleri neler? Tıkanmalar nerelerde oluşuyor? Dünya geneline baktığımız zaman üniversitelerin genelde köklü kurumlar olduğunu ve kıdemli akademisyenler tarafından yönetildiğini görüyoruz. Belirli bir olgunlukta olan tüm kurumlar gibi akademide de var olan durumu, alışılmış iş yapış şeklini, bu şekle göre oluşan organizasyon yapılarını, ilişkileri ve görev tanımlarını, yapılan fiziki, beşeri yatırımları değişiklik yapmaksızın devam ettirme eğilimi olabiliyor. Ancak dinamizm çevreyle etkileşim sonucunda tetiklenebiliyor, bu regülatörün getirdiği bir değişiklik, sektörde rekabetin artması veya fon fırsatları ile olabilir.
Eğer içeride veya çevrede hiçbir şey değişmiyorsa o zaman tıkanma normal. Ancak hem ülkemizde hem de dünyada akademinin çevre şartları hızla değişiyor ve kurumları adapte olmaya zorluyor. Pandemi bunun elbette en uç örneğiydi. Ben o sebeple gözlemlediğimiz yavaşlığı tıkanma olarak değil değişimin sancıları olarak görüyorum. Kurum özelinde “creative destruction” yani yapıcı tahribattan çekinmemek lazım.
Sizce akademik yapıda ve yükseköğrenimde mevcut modeli düzeltmek ve iyileştirmek bir çözüm olabilir mi? Yoksa yeni, farklı bir model mi kurgulanıp hayata geçirilmeli? Yükseköğrenimde mevcut modeli düzeltmek ve iyileştirmek birbirinin alternatifi veya ikamesi hiçbir zaman olmadı. Mevcut modelin iyileştirilmesi her zaman olmalı, aynı zamanda yepyeni farklı modeller de üreyebilmeli. Her bir yöntemle de ilgili başarılı örnekler mevcut.
Öncelikle her kurumda mutlaka gelişen ihtiyaç ve fırsatlara cevap verebilen yapıların olmasını önemli buluyorum. Yükseköğrenimde bilginin ilerlemesi ile zaten içerik konusunda sürekli güncelleme yapılmak durumunda. Bundan 50 yıl önce hiç adını duymadığımız birçok bilim dalı ile ilgili bugün doktora programları veya araştırma merkezleri mevcut. Yükseköğrenim derken genelde lisans eğitiminden bahsediyoruz halbuki lisans eğitimlerinde değişimler aslında daha ileri seviye eğitim ve araştırmalarla mümkün olabiliyor. Bugün birçok üniversitede ders olarak yer alan yapay zeka veya veri bilimi bu çalışmaların sayesinde oldu. Bu nedenle kurumun içinde gelişme ve iyileşme her zaman gözetilmesi gereken bir amaç.
Diğer yandan eğitim ve öğretim metodlarımızı 180 derece farklı kılan yüzde 100 çevrimiçi gibi modellerle farklı hedef kitlelere ulaşmak da mümkün. Bunu bazı üniversiteler geleneksel eğitim modellerinin yanı sıra sürekli eğitim olanaklarının bir parçası olarak sunuyor, Türkiye’de de bunun birçok örneği var. Lisans eğitiminde ise akreditasyonla ilgili mevzuat henüz tamamen çevrimiçi eğitime izin vermiyor.
Kaliteyi gözeten standartlarımızı doğru koymak kaydıyla, ben gerek iş dünyasında değişen ihtiyaçlar gerekse öğrencilerin değişen taleplerine cevap verebilecek farklı modellerin denenmesini önemli buluyorum. Hepsi başarılı olmayacaktır ama her işte olduğu gibi bunun da bir öğrenme süreci olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla hem mevcut modellerimizi iyileştiren hem de yeni modeller üreten bir çeşitliliğin yükseköğrenimin geleceği için faydalı olacağına inanıyorum.
Bugün olsa mutlaka psikoloji okumak isterim çünkü benim esas işim her zaman için insan yönetmek olmuştur.
Akademide araştırma (research) ve öğretim (teaching) dengesinin ne kadar kurulabildiğini düşünüyorsunuz? Bu denge nasıl teşkil edilebilir? Akademisyen olmanın gerekliliği araştırma ve öğretim arasında bir dengeyi kurabilmekten geçiyor. Hatta bu iki faaliyete bir üçüncü boyut da eklenebilir. O da “bilgi transferi” diyebileceğimiz, bilimsel araştırmaların sonuçlarının bilimsel dergilerde meslektaşlarla paylaşımına ek olarak, bu sonuçların üniversite dışındaki farklı paydaşlar ile paylaşılması, bilginin akademik camia dışına hatta topluma transferi. Bir akademisyenin görevini bu üç ana faaliyet üzerinden tanımlarsak, bu faaliyetlerin ağırlığı akademisyenin kariyerinin evrelerine ve tercihlerine göre değişkenlik gösterebilmeli.
Dengenin kurulamamasının temel nedeninin bu esnekliğin sağlanamamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bir üniversitenin kadrosundaki tüm akademisyenler için aynı ağırlıkta bir dağılım ve performans beklendiği için akademisyenlerin denge kurması zorlaşıyor. Mesela büyük bir araştırma fonu almış bir akademisyenin bu fonun gerektirdiği yoğun bir araştırma faaliyetini yürütmesi gereken zaman diliminde, vermesi gereken ders sayısında bir azaltma olabilmeli. Benzer şekilde öğretim faaliyetlerinde daha az deneyimli ve araştırmasını güçlendirmesi gereken, doktorasını yeni almış bir akademisyenin de belli bir süre için ders yükü azaltılabilir. Dolayısıyla dengenin sağlıklı bir şekilde kurulabilmesi için hem akademisyenin kariyer gelişiminin gözetilmesi hem de üniversitenin ilgili politikalarının gereken esnekliğin sağlanmasına ve uygulanmasına imkan tanıması lazım.
İş dünyasında yaşanan dönüşüm yeni nesil yetkinliklerin öne çıkmasına zemin hazırlıyor. Siz bugüne ve geleceğe dair yetkinlik setini nasıl görüyorsunuz? Sizinle birlikte çalışacak kişilerde ne tür yetkinlikleri önceliyorsunuz? Bundan 50 yıl önce iş hayatına başladığımda çalışma arkadaşlarımda aradığım ve önem verdiğim; analitik beceri, eleştirel düşünme, ekip çalışması yatkınlığı, yazılı ve sözlü ifade yeteneği, yabancı dil ve insan ilişkileri gibi o dönem için yeni nesil sayılabilecek yetkinliklerin aslında her devirde önemli olduğu ve olmaya devam edeceğini görüyorum. İnsanların gelecekte sıklıkla iş hatta kariyer değiştireceğini öngörüyoruz, bu nedenle konu bazlı bir uzmanlık yerine; hızla öğrenebilen, beceri kazanabilen, değişime adapte olabilen insanlar yetişmesi gerekiyor. Buna ilaveten dijital okuryazarlık veya girişimcilik gibi önemi artan yetkinliklerden bahsedince medyada sıklıkla vurgu yapılan genellemelerden kaçınarak bu konuya yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.
Akademi yeni nesil yetkinlikleri kazandırmak noktasında gençlere ne değer sağlayabiliyor? Ne kadar yeterli olabiliyor? Biraz önce örnek verdiğim yetkinlikler aslında bir formasyon meselesi ve öğrencinin üniversiteye ayak bastığı ilk gün başlıyor. Tek bir dersle veya kitapla öğretilmez. Üniversitenin; öğrencinin değerlerine kadar işlemesini ve tutarlı bir şekilde tüm üniversite hayatı boyunca öğrenciye buna yönelik fırsatlar sunmasını gerektiriyor. Bu da elbette her iki tarafın ayrı ayrı çaba göstermesini içeriyor. Üniversitede kulüp çalışmalarına verilen destek, sınavların bilgiyle beraber eleştirel düşünmeyi ölçmesi, derslerde teknoloji kullanımı gibi çok farklı alanları kapsıyor.
Üniversitelerin çoğu, kariyerlerinde başarılı olmaları için öğrencilerin akademik ve bilimsel donanımlarını geliştirirken, kişisel ve profesyonel olarak da gelişmeleri için ciddi imkanlar ve destekler sunuyor. Bir üniversitenin halihazırda varoluş nedenlerinden biri öğrencilerine sundukları imkanların onlar tarafından yararlanılmasını ve ulaşılabilir olmasını sağlamak, yeter ki öğrenciler bu desteklerden ve imkânlardan yararlanma ve faydalanma sorumluluğunu almak istesinler. Öğrenciler bu sorumlulukları aldıklarında hem kendileri gelişecek hem de eğitim aldıkları üniversiteler gelen talepler doğrultusunda kendilerini ileriye taşıyacak. Karşılıklı etkileşimin en olumlu neticesi olarak da oluşabilecek herhangi bir yetersizlik durumu ortadan kalkmış olacak.
Akademi ile iş dünyasının yeterince etkileşimde olmadığı hep söylenen bir görüştür. Sizce bu etkileşim ne seviyede? Daha da artırmak için kime ne roller düşüyor? Etkileşim ve anlamlı bir iş birliğinin olabilmesi için iki tarafın da birbirinin dinamiklerini, önceliklerini bilmesi lazım. Özel sektörü hiç bilmeyen, deneyimlememiş bir akademisyen ile akademik dünyayı sadece öğrenci olarak deneyimlemiş iş insanlarının birbirini otomatik olarak anlamasını beklememeli. Temelde birbiri ile örtüşmemiş, ayrı kariyer patikaları söz konusu. Dolayısıyla burada her iki tarafa da rol düşüyor. Bununla beraber iki tarafın bir araya geleceği, bu köprüyü kurmuş kişilerin kazanımlarının paylaşılacağı platformlara da ihtiyaç var. Burada da TÜBİTAK gibi kurumların bu rolü çok etkin bir şekilde üstlendiğini ve başarılı işbirliklerine vesile olduğunu görüyoruz.
Özyeğin Üniversitesi’ni kurarken amaçlarımdan biri “iş dünyası ile iç içe” bir kurum yaratmaktı. Bunu da birçok farklı uygulama ile gerçekleştirdik. Öncelikle öğrencilerimizin farklı sektörleri tanıması için özgün bir ‘Sektörel Çözümler’ dersi oluşturduk ve iş dünyasını üniversitemizin içine davet ettik, projeler yapılmasını sağladık. İkincisi öğrencilerimizin ilk yıldan itibaren staj imkanlarının çok üstünde durduk. Her öğrencimiz dolu dolu bir özgeçmiş ile mezun oluyor ve daha önemlisi işe hazır bir aday oluyor.
Son olarak hemen her bölümümüzde Vestel, ING Bank, Pegasus, Yapı Kredi, General Electric, Turkcell gibi sektör liderleri ile eğitim, araştırma ve girişimcilik gibi konuları kapsayan stratejik işbirlikleri oluşturduk. Bu alanda Özyeğin Üniversitesi olarak çok proaktif olduğumuzu söylemeliyim. Ben anlamlı işbirliklerinin sağlanması için ilk olarak üniversitenin kendi öncelikleri doğrultusunda harekete geçmesini ve işbirliğini buna uygun olarak şekillendirmesini anlamlı buluyorum.
Siz yeni nesil, yetenek adaylarıyla da yakın ilişki içerisindesiniz. Gençlerin beklentilerini ve düşünce yapılarını nasıl görüyorsunuz? Sizce gençler akademiden ve iş dünyasından ne bekliyor ne buluyorlar? Gençlerin düşünce evrenini oluşturan kodları gözlemlediğimde temel eğilimleri şöyle görüyorum: Gençler öncelikle ne istemediklerini biliyorlar. Neyin kendilerini motive ve mutlu edeceği üzerine kafa yoruyorlar. Hayallerini gerçekleştirme yönünde cesur adımlar atmaktan ya da talepte bulunmaktan kaçınmıyorlar. Bunu kendi işini kuran girişimcilerde de bir şirkette kariyerine başlayan gençlerde de gözlemliyorum. Mevcudun olağan bir parçası olmak yerine onu geliştirmeye, iyileştirmeye, kendilerine uydurmaya adaylar.
Bununla birlikte başarısızlık konusunda da çok daha esnek bir tutumları var. Başarısızlık yolun sonu anlamına gelmiyor. Tekrar tekrar denemeye açıklar. Denemek, başaramamak, tekrar denemek, yolu değiştirmek, başarınca başka şeyler denemeye geçmek… Yeni neslin hayatını bir rutine oturtmaktan ziyade düşünme, tasarım, üretim konusunda daha dinamik olduğunu görüyorum.
Bu gençler hem dünya hem ülkemiz için çok büyük bir potansiyel, çok büyük bir fırsat. Akademi ve iş dünyası bileşenlerinin de bu gençlikle diyalog kurabilmesi gerekiyor. Öğreten-öğrenen, deneyimli-deneyimsiz şeklindeki ikili verme-almaya dayalı ilişkiden çift yönlü birlikte öğrenme, çalışma dönemine geçmemiz lazım. Bu, hem gençleri daha mutlu ve motive edecek bir ortam sağlar hem de onların enerjisi akademi ve iş dünyasının gelişimine büyük katkı sunar.
Pandemiyle birlikte öğrenim dünyası online ortama taşındı. Siz yüksek öğrenimde fiziksel-online dengesini nasıl görüyorsunuz? Tamamen online bir öğretim olabilir mi? Tamamen online bir öğretim olabilir ama tamamen online bir eğitim olmaz. Burada eğitim ve öğrenim arasındaki fark irdelenebilir. Eğitimde, uzaktan erişim bir araçtır. Bu pandemi öncesinde de kullanılıyordu, kullanılmaya da devam edecek. Pandemi bu araçları bilmeyenlerin öğrenmesine, bilenlerin de deneyimlemesine ve ihtiyaçlarına göre revize etmesine, geliştirmesine çok güzel bir vesile oldu. Belki 5-10 yılda yapacaklarımızı birkaç haftada yapmamızı sağladı. Benzer bir şekilde online araçların ihtiyaçları karşılamakta çok yetersiz kaldığı durumları da bire bir görme fırsatımız oldu.
Ancak ben kısa vadede üniversite eğitiminin tamamen online ortama taşınacağını öngörmüyorum. Talebin de bu yönde olmadığını biliyoruz. Öğrenciler üniversite eğitimini sadece belirli derslerde alacakları bilgi için değil, farklı beceri ve ilgi alanlarını geliştirme aracı olarak kabul ediyor. Kulüp çalışmaları, spor faaliyetleri, hocaları ile araştırma imkanları gibi birçok önemli bileşenden yoksun kalınıyor şu anda.
Tüm bu yaşanan gelişmeler ışığında yükseköğrenimin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Sizce hangi modeller ve yapılar geleceği şekillendirecek? Aslında yükseköğretim daha hazır olmasına rağmen başka sektörlere göre dijital dönüşüm konusunda ağır ilerliyordu. Pandemi öncesinde daha sınırlı kullanılan araçlar pandeminin zorunluluğu ile hızla devreye girdi. Bundan sonra da etkin bulunan yöntemlerin daha sık ve yoğun kullanılacağına inanıyorum. Bu şekilde üniversiteye göre oranlarında farklılık gösterilse de hibrit sistemlerin denendiğini göreceğiz. Bu gelişmeler eğitimin öğrenim kısmında erişimi kolaylaştıracak, coğrafi sınırların ve fiziki engellerin aşılmasının önemli olduğu durumlarda ihtiyaca cevap verecektir. Ancak online araçların eğitim dediğimiz çok boyutlu, çok katmanlı ve uzun soluklu bir gelişimin yerini alması mümkün değil. Bunu şu anda her seviyede görüştüğümüz öğrenci ve hocalarımız da teyit ediyor.
Diğer yandan bundan 15-20 yıl önce büyük vaatler ile piyasaya giren ama tam da potansiyeline ulaşamayan edX, Udemy, Coursera gibi oluşumlara yeni bir güneş doğacağına inanıyorum. Bu oluşumların başlıca problemi piyasanın kabulü ve akreditasyonu sorunuydu ancak herkesin online eğitimi deneyimlediği bir ortamda bundan sonra işverenin veya piyasanın online sertifikasyonu sorgulaması daha güç olacaktır. Bu yüzden bu tür girişimlerin hedef kitlelerinin büyüyeceğini ve geleneksel üniversiteler ile kuracakları daha anlamlı işbirlikleri ile çalışmalarını derinleştireceklerini tahmin ediyorum. Ayrıca online eğitim ve sertifikalara daha büyük ilgi olacağını düşünüyorum. Maddi sınırlılıkları veya yaşam tercihleri sebebiyle yükseköğretime ulaşamayan kitlelerin işveren tarafından talep edilecek bilgi ve becerileri “mikro yetkinlikler” denilen kısa online kurslar aracılığıyla edineceklerini düşünüyorum.
Yapay zeka, veri bilimi gibi teknolojik açılımların eğitim ve öğretim dünyasını nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? Yapay zekâ ve veri bilimi gibi konular zaten dijital dönüşümle beraber bilimsel araştırmaların odağında olan konular. Dolayısıyla güçlü ve araştırmacı akademik kadrosu olan üniversitelerde bu konuların bilimsel açılımları yalnızca mühendislik alanlarında değil hukuktan psikolojiye kadar çok geniş bir yelpazede irdeleniyor.
Hayatımızın her alanında olduğu gibi, veri biliminin eğitim ve öğretim dünyasını geliştireceğine inanıyorum. Özyeğin Üniversitesi’nde iki yıl önce “Öğrenci Transformasyonu” kod adını verdiğimiz çalışmayı, üniversitemizin odağına yerleştirdik. Amacımız her öğrencimize dönüştürücü deneyimler yaşatmak. Bunun için öğrencinin okulumuza ayak bastığı ilk andan itibaren onu hocalarımızla, uzmanlarımızla ve teknolojinin yardımı ile destekleyecek bir veri sistemi oluşturduk. Öğrencinin eğitim yolculuğunu kişiselleştirecek, potansiyelini daha erkenden keşfedecek, onu yönlendirecek ve tökezlemeden sarmalayacak, veri temelli ama insan odaklı bir sistem. Öğrencinin ders seçimlerini, staj olanaklarını, profesyonel ve sosyal gelişimini kapsayan bu yaklaşım sayesinde hem öğrencinin kendisini daha iyi değerlendirmesini hem de hocalarının onu desteklemesini kolaylaştırıyoruz. Bu tür yaklaşımlar öğrenciyi daha iyi tanımamızı ve dolayısıyla ona daha iyi hizmet etmemizi sağlıyor. Bizde yapay zeka boyutları yok ama yurtdışında bazı örneklerde, özellikle online eğitim olanaklarında yapay zekadan faydalanan daha kişiselleştirilmiş eğitim programlarının geliştirildiğini biliyorum.
Türkiye’de yükseköğrenim bu dinamiklere ne kadar uyuyor? Yapay zeka ve veri bilimini eğitim ve araştırma konusu yapan birçok üniversite var. Hatta Özyeğin Üniversitesi olarak biz geçen yıl veri bilimi ve yapay zeka konusunda yüksek lisans programları açtık ve çok da ilgi gördü. Teknolojinin ilerlemesi ile bu konuda daha yenilikçi çalışmalar göreceğimize eminim. Bugün dünya, on sene öncesine göre bile çok farklı. Artık Sanayi 4.0 veya Dördüncü Sanayi Devrimi dönemindeyiz. Bilişim teknolojileri ile endüstri faaliyetlerini biraraya getiren bu devrim hepimizi yakından ilgilendiriyor.
Ekonomiyi, üretimi, istihdamı, ilişkilerimizi dahi dönüştürme gücündeki bir devrimden söz ediyoruz. Biz de üniversite olarak, ülkemizde bu konunun öncülerinden olmaya kararlıyız. Beyaz Eşya Sanayicileri Derneği, TÜSIAD ve Özyeğin Üniversitesi olarak AB hibesi ile kurduğumuz Sanayi 4.0 Mükemmeliyet Merkezi bunun en güzel örneklerinden.
Siz tüm manevi birikiminizi ve önemli bir maddi kaynağı Özyeğin Üniversitesi’ne aktarıyorsunuz. Okulun geldiği noktayı nasıl görüyorsunuz? Geleceğe dair nasıl bir plan söz konusu? Açıkcası ben Özyeğin Üniversitesi’nin, bir üniversitenin ömründe 12 yıl gibi oldukça kısa sayılabilecek bir zaman diliminde geldiği noktadan son derece mutluyum. En gurur duyduğum iki sonucu sıralayabilirim. İlki dünyanın en saygın yayınlarından Times Higher Education Dünya Üniversiteler listesine bu sene 601-800 bandından girmemiz ve kimi programlarımız özelinde vakıf üniversiteleri arasında ön sıralarda yer almamız. İkincisi THE Impact listesinde topluma yaptığımız etki ile öne çıkmamız ve son olarak son üç yıldır tüm üniversitelerde yapılan bağımsız bir araştırmanın sonuçlarına göre öğrenci memnuniyeti en yüksek ve mezunları en hızlı iş bulabilen üniversite olmamız. Bu da en başta vurguladığım bir üniversitenin eğitim, araştırma ve topluma katkı amaçlarının hepsinde başarı gösterdiğimizin kanıtı.
Bugün öğrenci olacak yaşta olsanız hangi bölümde/bölümlerde ne tür bir formasyon almak isterdiniz? Ben inşaat mühendisliği eğitimim sonrasında işletme masteri yaptım ama her zaman söylerim; bugün olsa mutlaka psikoloji okumak isterim çünkü benim esas işim her zaman için insan yönetmek olmuştur. İnsanları ne kadar iyi anlarsan, ne kadar iyi motive edebilir ve ne kadar doğru değerlendirirsen o denli başarılı olunabileceğini deneyimledim. Ama tüm gençlere anlattığım bir husus daha var; o da üniversitenin sadece bir akademik formasyon vermediği. Üniversiteler; karakter, iletişim, spor, sosyal sorumluluk, liderlik gibi çeşitli alanlarda da formasyon veriyor. Bu nedenle hep üniversite hayatlarını dolu dolu yaşamaları gerektiğini vurgularım.